12 Temmuz 2011 Salı

Polis ve Polisler



Kıbrıslı Türklere ait değerler sermayeye peşkeş çekildikçe, sendikaların eylemlerinde tansiyon daha da yükseliyor.
Dinsel inanç sistemine, ekonomisine, siyasetine, kültürüne kısacası varoluşuna yönelik saldırının hayati bir noktada olduğunu anlayan halk, giderek zaptedilmesi daha zor hale geliyor.
Egemen Blok ise tepkileri bastırmak, halka ve örgütlerine geri adım attırmak için şiddetin dozunu arttırıyor.

UBP’nin hükümete gelmesinden hemen sonra hızla artmaya başlayan polis şiddetinden nasiplenmeyen kesim neredeyse kalmadı: Digomo Zibilliği’nden şikayet eden Hamitköylüler, Meclis önüne veya Elçiliğe protestosunu iletmek isteyen sendikacılar, batırılan kurumlarının hesabını soran KTHY çalışanları, okullarına sahip çıkan DAK öğrencileri...
Polis önce vuruyor, copluyor, tutukluyor; ardından “esas siz bana vurdunuz” diyerek mahkemeye veriyor. Halka hem kaba kuvvetle, hem gözaltılarla hem de mahkeme yoluyla göz dağı veriliyor.
UBP’li Başbakan, öğrencisinden velisine, sendikasından emekçisine herkesi terörist ilan ederken, kabinesindeki bakanlar da halka gerizekalılık basıyor...
Bir rejim, kendini korumanın yolunu polis şiddetinde, mahkemelerde, halkını terörist ilan etmekte buluyorsa; hiçbir meşruluğu kalmamış demektir.
Dışardan emir alan, dışardan yönlendirilen, dışarıya hesap veren bir rejimin halkın gözünde meşru olmaması da gayet normaldir. Bu durumun farkında olan Ankara, kendine bağlı hükümete de muhalefete de aynı ezberi tekrarlatıyor:
UBP: “Yapılan icraatlar bizim icraatlarımızdır, Ankara ile ilgisi yoktur.”
CTP: “Kendi beceriksizliği nedeniyle Ankara’yı hedef gösteren UBP, başarısızdır.”
Ama ne hükümet ne de muhalefet halkı ikna edemiyor. Halk politikaların gerçek adresi olarak Ankara’yı görmeye devam ederken, ikna olmayanları dövmek de Ankara’ya bağlı polis gücüne kalıyor.
Son zamanlarda yaşanan eylemlerde, polis şiddetine ilişkin sloganların yoğunlaşması bu yüzdendir. Klasik “polis devleti istemiyoruz” sloganının yanına, daha şimdiden “polis boş durma bize çay getir”, “polis şaşırma sabırımızı taşırma”, “polis sivile bağlansın” sloganları; hareket eden polis birliklerine “bir ki, bir ki” sözleriyle yapılan eşlikler eklenmiş durumda. Polise yönelik belki de en etkili slogan ise “biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız, ya siz” sloganıdır.
Ama copları sloganlarla engellemek mümkün değildir ve “görevini yapan polis emekçileri” var güçleri ile copları kafalara indirmeye devam ediyor. Ülkemizde polisin sivile bağlanması önünde hiçbir yasal engel olmamasına rağmen askeri otoriteye bağlı olması, polislerin sendikalaşması, dernekleşmesi, haklarını aramasının imkansız olması ve son polis sınavı rezaletinde de yaşandığı gibi personel alımının asimilasyona özel usüllere sahip olması bu şiddetin nedenleri arasındadır. Ama esas olarak polis teşkilatının tavrına bakarak Ankara’nın tavrını görmek mümkündür. Çünkü Kıbrıslı Türkler ile doğrudan temas halinde bulunan Ankara’ya bağlı en önemli kurum polis kurumudur.
Polis şiddetinin artıyor olmasına rağmen toplumsal varoluş mücadelemizin sağlıklı bir şekilde büyüyebileceği zemin halen demokratik ve barışçıl yöntemlerle şekillenmektedir ve öyle de olmalıdır. Ancak genel anlamda da devrimci hareketin polis-asker gibi kurumlara yönelik klasik anlayışı kurum ile bireyin farkını gözetmek yönündedir. Bu tavır “polisler dostumuz polis düşmanımız” sloganında özetlenebilir.
Elbette her polis dostumuz değildir. Elbette aşırı sağ, faşist kökene sahip veya sadist karakterli polisler vardır. Ancak şiddet uygulayan her polisi de bu şekilde değerlendirmemeliyiz. Ülkedeki ekonomik uygulamalar sonucunda evindeki ekmek gittikçe küçülen, cebindeki maaş azalan, çalışma saatleri insana yaraşır standartlardan uzaklaşan ve özlük hakları giderek gerileyen polisler ciddi bir stres altındadırlar. Herhangi bir emek örgütü ile bağlantılı olmamalarından dolayı toplumsal ezilmişliğinin hıncını eylemcilerden alan bilinçsiz polisler de vardır. Az da olsa tüm yaşananlardan vicdanı rahatsız, bilinci huzursuz polisler de mevcutttur. İşte bu yüzden kurumlarla insanları ayırmaya devam etmek zorundayız.
Kurumlarla insanları ayırmak, sizi coplayan polise acımak demek değildir. Bir polis sizi copladı diye tüm polisleri bundan sorumlu tutmamak demektir. Kısacası öfkenizi polislere değil, rejime, sisteme, kuruma yönlendirmek demektir.
“Görevimi yapıyorum” diyerek tüm iştahı ile copunu sallayan polis arkadaş ise, bir gün bu halkın dış güçleri başından atacağını, işbirlikçilerinden ise hesap soracağını bilmelidir. Hesap günü geldiğinde her birey kendi hesabını verecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder