27 Temmuz 2011 Çarşamba

Cesaret ve Kahramanlık



19 Temmuz salı gün yaşananları mutlaka takip etmişsinizdir.
Belki televizyondan, belki internetten, belki de gazete fotoğraflarından izlediniz olup biteni. Kim bilir belki de bizzat oradaydınız.
Polis teşkilatımız bir kar makinesi gibi yolu açtı, dikensiz bir gül bahçesi yarattı Recep Tayyip Erdoğan’a.

Marjinallerin, teröristlerin, gerizekalıların, Rumcuların, vatan hainlerinin ve dar grupların yaklaşmasına izin verilmedi Tayyip Beye.
Böylece kendisinin hassas kişiliği zedelenmeden, duygusal yüreği kırılmadan ve narin duyguları zarar görmeden ülkemizde dolaşması sağlandı.
Yaşananları kısaca tekrar edelim:
Öğle saatlerinde kendi özel mülkü olan binasına hiçbir küfür içermeyen pankartını altında imzasıyla asan KTAMS’ın önünde belirdi polisler. Pankartı almak için itfaiye aracı da getirerek binaya merdiven dayadılar. Sendika yetkililerinin “mahkemeden yazı getirin” talebini, bakkaldan ekmek alırcasına rahatça yerine getirdiler. Makemeyi içeride “yasadışı madde” bulunduğuna ikna ederek aldıkları yazı ile içeriye daldılar. Her biri birer rambo olduğunu göstererek savunmasız insanlara “yasal” şiddet uyguladılar. İtip kaktıkları yetmedi iki kişiyi de gözaltına aldılar. Ortalığı iyice dağıttıktan sonra aradıkları pankartı buldular ve çekip gittiler.
Öğleden sonra Tayyip Erdoğan’ı protesto ederek karşılamak için toplanan örgütlere Anayasal eylem hakları polis tarafından kullandırılmadı. Polis yol kesti, hiçbir açıklamada bulunmadı. Bu sırada Tayyip şakşakçıları Hamitköy Çemberi’ne yerleşti. Ama bunu yeterli bulmayan Teşkilat, eylemcilerin üzerine üzerine yürümeye başladı. Protesto hakları engellenen, buna ek olarak da itilip kakılan eylemciler 200 metre daha geriletildi. Direniş göstermeye çalışanlardan tutuklananlar oldu. Arkadaki sivil faşistler ile öndeki resmi faşistler arasındaki işbirliği de insanın gözlerini yaşartacak kadar yakındı.
Akşam üzeri KTHY binası önünde Sendikal Platform’un çağrısı ile toplanan kitleye ise tüm bunların toplamından bile daha fazla şiddet uygulandı. Birbirine kenetlenmiş, yolu kesmemiş, sadece kaldırımda duran, ellerinde bayraklar dışında hiçbir şey bulunmayan kalabalığın üzerine yürüyen Teşkilat; ellerinde copları, bellerinde tabancaları ile tam bir terör estirdi. Copu olmayan polisler geri kalmamak için yumruklarını konuşturdu. Tamamen yasal bir eylem için toplanan, tamamen barışçı bir kalabalığa, hiçbir uyarıda bulunulmadan ve gerekçesi bile belli olmayan amaçsız bir şiddet uygulandı. Kadınlar yerlerde sürüklendi, kaburga kemikleri, ayaklar kırıldı, burunlar patlatıldı.
Kısacası 19 Temmuz günü “polisimiz” gücünün nelere kadir olduğunu, vatan hainlerini, marjinalleri ve Rumcuları ezim ezim ezebileceğini dosta düşmana gösterdi. “Polisimiz” gösterdi ki Anayasa’yı umursamamaktadır. “Polisimiz” gösterdi ki barışçıl amaçlar ve yöntemlerle toplanmış sivilleri rahat rahat dövebilecek güçtedir. “Polisimiz” gösterdi ki acımasızdır, vahşidir, ruhsuzdur, duygusuzdur. Sadece emirleri verenin verdiği emirleri yerine getirmekte, gözüdönmüşçe seri olarak yumruk atabilmekte, sivilleri ezim ezim edebilmektedir.
Bravo aslan polisimize. Kendilerinden kat kat zayıf ve direnmeyen sivilleri dövmeleri için onlara emir verenlere de, hukuk adına konuşup olup biteni sessizce seyredenlere de hepsine birer aferin.
Polis şiddetinin son iki yıldır giderek tırmandığı biliniyor. 19 Temmuz günü yaşananlar, bu şiddetin yeni bir evreye girdiğinin göstergesidir. İyice gözlemlenirse, polisin sadece şiddet uygulamadığı bunun yanında gerek sivilleri gerekse de örgütleri kendi şiddet sarmalına çekmeye çalıştığı da görülebilir. İşte bu sarmala kapılmak yapabileceğimiz en büyük hata olacaktır.
Oysa daha yapabileceğimiz her şey tükenmiş değildir. Örgütlerin üzerine düşen en büyük görev, hukuk sistemini adil bir noktadan taraf olmaya zorlamaktır. Bir yandan sokakları boş bırakmadan ve aynı kararlılıkla eylemlerimize devam ederken, diğer yandan da Teşkilatın en zayıf halkalarını teker teker gün yüzüne çıkarmalıyız. Fotoğrafları ile, videoları ile ses kayıtları ile tek tek tespit edeceğimiz polisleri yargının karşısına dikmeliyiz. Yargının onlara ne ceza vereceğini, bu meseleleri yıllarca sürüncemede bırakıp bırakmayacağını ülke ve dünya kamuoyunun önünde tüm açıklığı ile gündemde tutmalıyız. Demokratik kitle örgütlerinin binalarına “yasadışı madde” bulunduğu şüphesi ile arama izni veren yargıçlara, bulunan yasadışı maddenin ne olduğunu sormalıyız. Halkın mücadelesine hukuksuzca saldıranların üzerine ışık tutmalı, saklandıkları deliklerden onları bulmalı ve demokratik yöntemlerle hesap sormalıyız.
Bizi yolumuzdan saptırmaya çalışan orantısız polis şiddeti oyununa gelmemeliyiz. Son iki yıldır ne soldaki ne de sağdaki işbirlikçileri aracılığı ile durduramadığı protesto dalgasından rahatsız olan rejimin üstüne aynı şekilde yürümeye devam etmeliyiz. Bilmeliyiz ki, eğer varlığımız ve yaptıklarımız rahatsızlık vermiyor olsaydı, etkisiz olsaydı rahatlıkla görmezden gelinebilirdi. Oysa tam aksine diyalogtan yana “solcular” görünmez olurken, hem Tayyip hem de polis kendine muhattap olarak toplumsal varoluş mücadelesi verenleri almıştır.
Şimdi dönem örgütlü mücadele, örgütler arası dayanışma ve cesaret dönemidir. Ama kişisel kahramanlıklara veya bireysel şiddete meyil gösterenleri de uyarmalıyız. Cesaret ve kahramanlık farklı şeylerdir. Bizim şimdi kahramanlara değil cesaretle mücadeleye devam edecek bir bilince ihtiyacımız var.
Kafamıza kafamıza inen polis yumruğunun önünde cesurca dikilmeye devam edeceğiz. Örgütlü mücadelemizden taviz vermeyecek, bugüne kadar ne yaptıysak aynı şeyleri yapacağız. Şimdi yasal olan da biziz, meşru olan da biziz... Biz halkız ve direneceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder