Yorucu bir günün sonunda evdeyim. Uzun zamandır izlemek
istediğim bir filmi takıp, kahve içerek dinlenme planıyla, kanepeye uzanıyorum.
Bir süre izledikten sonra telefonum çalıyor...
Arayan liseden bir arkadaşım. Çok uzun zamandır
haberleşmediğimiz, sevdiğim bir insan...
“Çalışma
Dairesi’ndesin değil mi hala?” diye soruyor. Ve hemen konuya giriyor: Doktor
olarak “büyük” bir özel hastanede çalışan eşi yeni doğum yapmış, hala doğum
izninde. Doğum izini sırasında sigorta yatırımlarının gerçek maaşı üzerinden
yapılmadığını öğrenmişler. Bu sebeple de doğum izninde olduğu süre için
kendisine sigorta tarafından yapılan ödenek, olması gerekenden az olmuş...
Ama arama sebebi bu değil. İzinden dönmesine az bir zaman
kaldığı için, işyerini aramış ve yasal hakkı olan emzirme iznini nasıl
kullanacağı konusunu ayarlamak istemiş. Aldığı cevap insanın kanını donduracak
nitelikte: “Bizde emzirme izni yok!”
İki ebebeyn oturup düşünmüşler, yeni doğmuş yavrularını
en fazla ihtiyacı olduğu dönemde emzirmek mi, yoksa yıllardır doktor olarak
çalıştığı kurumdan ayrılmak mı?
“Eşim nasılsa iyi
bir doktor, bu günler geçince bir klinik açar iyi kötü geçiniriz, diye düşündük
ve eşim işi bırakmaya karar verdi” diyor arkadaşım. Zaten iş yerinde hak
edilip de kullanılmamış yıllık ücretli izinleri de var, tam bir buçuk aylık. Bu
kararlarını işyerine bildirince öğrendikleri ise tüm yaşananların üzerine tüy
dikmiş, beni arama sebepleri de bu zaten...
Bünyesinde üniversite de bulunan özel hastane, emzirme
izni verilmediği için işi bırakmak isteyen doktor personeline; “yasal olarak işi bırakmadan bir ay önce
haber vermen ve bir ay çalışman gerekiyor. Bu süreyi izinlerine saymayız ve
izin paranı da ödemeyiz; madem işi bırakacaksın, gel bir ay çalış sonra
yollarımızı ayıralım” demiş...
Arkadaşım isyan ediyor: “Eşimin işi bırakma nedeni çocuğumuzu emziremeyecek olması. Biz yıllık
izin de, izin parası da istemiyoruz. Ama onlar eşimin bir ay daha çalışması
gerektiğini söylüyorlar. Yasal mıdır bu?”
***
Daire’de oturuyorum. Başı bağlı bir kadın giriyor
kapıdan, yanında genç bir kız...
“Beni hatırladınız
mı?” diyor, hatırlamıyorum...
2008’de bir şikayetini çözmüşüm, şimdi kızının iş yeri
ile sorunu olunca, aramış beni bulmuş. Kızının gözleri umutla parlıyor bana
bakarken, tedirgin oluyorum ‘ya sorunlarını çözemezsem’ diye...
1995’den beridir Kıbrıs’ta çalışma izni ile çalışıyor,
bütün bu sürede sadece 7 aylık bir kesinti var izinlerinde. Onu da zamanında
şikayet etmiş, patron çalışma iznini çıkarmadı diye... Ama öyle kalmış konu ve
bu sebepten vatandaş olamamışlar. “Vatandaş” kelimesini öyle vurgulayarak, öyle
özlemle söylüyor ki, tarif etmek zor... Çok yüksek bir mertebeden bahseder
gibi...
Şimdi çalışma izni ile çalıştığı iş yerinin yakınındaki
bir oto parkta, yaz dönemi için iş bulmuş kızına. Kızı 19 yaşında...
2 ay çalışmış, ilk maaşını almış ama üniversitesi
açıldığı için önceden konuştukları gibi işi bırakınca, patron son ayın maaşını
vermiyormuş. Dilekçe yapmışlar Daire’ye ama paralarını erken almak için bir de
beni görmek istemişler.
“Ne zaman yaptınız dilekçeyi” diyorum. “Bugün” diyor
safça ve ekliyor; “okula kayıt için bugün
maaşı almamız lazım. Cuma verecekti, şimdi ‘beni yüz üstü bıraktınız’ diyor.
Ama kızımın okul açılana kadar çalışacağını söylemiştik önceden. Zaten çalışma
izni de yapmadı...”
“Bir günde alamayız
maaşı; dilekçenizin kaydı yapılacak, bir müfettişe dağıtılacak, o müfettiş
gidip patronla konuşacak... Zaman alır yani biraz...” diyorum.
“Ama okul parayı
bugün istiyor, her geciken gün 25 euro faizi var” diyor, susuyorum...
***
Biz böyle bakışırken, telefonum çalıyor...
Arayan büyük bir devlet kurumumuzda ihale ile kafeterya
işleten bir patron...
Tanışıklığımız işten durdurduğu ve maaşını vermediği
işçisinin şikayeti üzerine... Verdiğim yazılı uyarının süresi dolduğu halde,
günlerdir “parayı toparlamaya
çalışıyorum, ödeyeceğim” diyerek oyalıyor. Son iki gündür de telefonlarımı
açmıyor. Sonunda sms gönderip, idari para cezası için iş yerine gideceğimi
yazınca, aramaya karar vermiş...
Oto parkta çalışıp maaşını alamayan ve bugün özel
üniversitenin kayıt parasını ödemek için paraya ihtiyacı olan kız ve annesi
karşımda otururken, açıyorum telefonu...
“Alo, müfettiş
bey... Ben buradaki daire müdürü ile de görüştüm. İşçinin parasını pazartesi
ödeyeceğim. Ama sağlık karnesi çıkarmak için ödediğim parayı, keseceğim.”
Öfkemi bastırarak konuşmaya başlıyorum: “Size verdiğim yazılı uyarının süresi dolalı
çok oldu beyefendi. Günlerdir ‘bugün-yarın’ diyerek oyalıyorsunuz, iki gündür
telefonlarıma da bakmıyorsunuz. Pazartesi ödeme yapacağınızı ben nereden
bileyim. Yarın yasa gereği cezanızı yazacağım. Gerisi sizin bileceğiniz iş.
Ayrıca sağlık karnesi çıkarmak sizin sorumluluğunuz, bunu işçinin maaaşından
kesemezsiniz.”
“Ben konuştum Daire
Müdürü ile, ne yazacaksanız yazın...” diyor sakince ve kapatıyoruz
telefonu...
***
Kafamı kaldırınca, kapıdan girerken gözünden umut
fışkıran kızın solgun yüzünü görüyorum, utanıyorum...
Annesi de ondan farklı değil: “Yani bugün alamaz mıyız parayı” diyor. “Alamayız” diyorum...
Ayağa kalkıyorlar. “Nasıl
ödeyeceğiz okulun parasını” diye kendi kendine konuşuyor kadın,
çıkıyorlar...
***
Yeni doğmuş bir bebeğin sütünden, okumak için çalışan bir
genç kızın alın terinden, aylarca emek veren bir çalışanın sağlık karnesinden
kar hesabı yapan patronların; sendikasız işçi çalıştırmasının yasaklanmasını
“özgürlüğe aykırı” bulan solcuları düşünüyorum...
Dairede müfettiş kadroları bomboşken, kendine mersedes
alan bakanı düşünüyorum...
Sendikasız işçi çalıştırılmasının yasaklanması
konuşulurken, Meclis kürsüsünden “bu yasa
geçerse devlet yıkılır” diyen başbakan yardımcısını düşünüyorum...
Kapıdan çıkan kızın gözlerindeki uçurumu;
düşünemiyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder