Türkiye’de giderek açık
bir görünüm alan faşist uygulamalar hepimizin malumu...
Bu uygulamaların hızla
Kıbrıs’a da sirayet edeceği ve “Türkiye’de ne varsa aynısının bizde de yaşanacağı”
endişesi ise yaygın olarak paylaşılan bir hissiyat...
Bu koşullarda, Türkiye’de
yaşananlara sessiz kalmamak ve demokrasi, adalet, özgürlük talebinde Türkiye
halkları ile dayanışmak ciddi önem arzediyor.
***
Pazartesi gün bu
doğrultuda iki eylem gerçekleştirildi. Birincisi Baraka, Bağımsızlık Yolu ve
Kıbrıs Pirsultan Abdal Kültür Derneği tarafından birlikte gerçekleştirilen
Tayyip Erdoğan’a telgraf gönderme eylemi idi.
“Faşizm Stop” yazılı
telgraf, basının büyük ilgisizliği eşliğinde TC Cumhurbaşkanlığına gönderildi.
Ve mesaja cevap hiç gecikmedi...
Aynı gün akşam saatlerinde
DAÜ’de bulunan AKP Milletvekl Hamza Dağ’a soru sormaya çalışan demokrat,
ilerici, devrimci öğrenciler önce sivil faşistler tarafından darp edildi,
ardından da hoyrat bir polis terörüne maruz kaldılar...
***
Mağusa Polisi, tek suçları
soru sormaya çalışmak olan öğrencileri “rahatsızlık yarattıkları” gerekçesi ile
gözaltına alarak 24 saat özgürlüklerinden alıkoydu.
Uzun süre avukatları ile
de görüştürülmeyen öğrencilere hiçbir ciddi suçlama getirilmezken, polisin
tamamen keyfi ve zorbaca tutumu, faşizmin hiç de uzaklarda bir yerde olmadığını
bize bir kez daha hatırlattı.
***
Görünen odur ki; kktc
polisi Kıbrıslı Türk toplumsal muhalefetine, ilericilerine, devrimcilerine,
özgürlükçü bireylerine ve var olan yapıdan rahatsız olan teker teker her kişiye
pazularını göstermektedir.
“Ne var bunda, polis her
zaman pazularını göstermek için vardır” denilebilir. Doğrudur!
Burada dikkat edilmesi
gereken nokta; polisin pazularını gösterme fiilinin tamamen keyfi bir şekilde
uygulanmakta oluşudur...
Polis istediği pankartı
toplar, istediği kişileri gözaltına alır, istediği zaman istediği yerde
istediği biçimde kaba kuvvet kullanırsa ve bunu yaparken hiçbir kimseye hiçbir
izahattta bulunmak zorunluluğu altında kalmazsa; bugün kendini güvende
hissedenler bilmelidir ki yarın aynısı kendilerine de yapılabilir...
***
Polisin yaptıklarının tek
geçerli gerekçesi; yaptığı şeyleri “yapabilme gücü olduğu için yapmakta olduğu”
şeklindeyse, yarın buna gücü yetmediği zaman, veya “farklı yöntemlerle bu güce
meydan okunduğu zaman” böyle davranışlar da sırf “yapanın gücü yapmaya yetiyor”
diye makul mu karşılanacaktır?
Yapılmak istenen bu
ülkenin sokaklarında kimin daha güçlü olduğunun sınanması mıdır?
Biliyoruz ki “şimdilik”
güçlü olan kahraman polisimizdir...
Bu sebeple keyfi
istediğinde, istediğimizi “kurban” seçebilmektedir...
Yasa ile tanımlanmış bir
işi yapan kurumlar gibi değil, kaba kuvvete itaat eden “terör örgütleri”,
“mafya organizasyonları”, “sokak çeteleri” gibi davranmalarının nedeni budur...
Üstelik bellerinde
tabancaları ve düzenli bir organizasyonları olduğu için; hiç de polise
benzemedikleri halde kendilerine “polis” dememiz için de zorlamaktadırlar
bizi...
Oysa yaptıkları şeyin adı;
“teröristlik” “mafya” veya “çete”ye daha çok uymaktadır...
***
Biliyoruz ki, bir rejim kendini korumanın yolunu
polis şiddetinde buluyorsa; hiçbir meşruluğu kalmamış demektir.
Dışardan emir alan, dışardan yönlendirilen,
dışarıya hesap veren bir rejimin halkın gözünde meşru olmaması da gayet
normaldir. Bu durumun farkında olan Ankara, kendine bağlı hükümete de
muhalefete de aynı ezberi tekrarlatıyor:
UBP-DP: “Yapılan icraatlar bizim icraatlarımızdır,
Ankara ile ilgisi yoktur.”
CTP: “Kendi beceriksizliği nedeniyle Ankara’yı
hedef gösteren UBP, başarısızdır.”
Ama ne hükümet ne de muhalefet halkı ikna edemiyor.
Halk politikaların gerçek adresi olarak Ankara’yı görmeye devam ederken, ikna
olmayanları dövmek de Ankara’ya bağlı polis gücüne kalıyor.
***
Son zamanlarda, polis şiddetine ilişkin sloganların
yoğunlaşması da bu yüzdendir. Klasik “polis devleti istemiyoruz” sloganının
yanına, daha şimdiden “polis boş durma bize çay getir”, “polis şaşırma
sabırımızı taşırma”, “polis sivile bağlansın” sloganları; hareket eden polis birliklerine
“bir ki, bir ki” sözleriyle yapılan eşlikler eklenmiş durumda. Polise yönelik
belki de en etkili slogan ise “biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek
bırakacağız, ya siz” sloganıdır.
Ama copları sloganlarla engellemek mümkün değildir
ve “görevini yapan polis emekçileri” var güçleri ile copları kafalara indirmeye
devam ediyor.
Ülkemizde polisin sivile bağlanması önünde hiçbir
yasal engel olmamasına rağmen askeri otoriteye bağlı olması, polislerin
sendikalaşması, dernekleşmesi, haklarını aramasının imkansız olması ve personel
alımının asimilasyona özel usüllere sahip olması bu şiddetin nedenleri
arasındadır. Ama esas olarak polis teşkilatının tavrına bakarak Ankara’nın
tavrını görmek mümkündür. Çünkü Kıbrıslı Türkler ile doğrudan temas halinde
bulunan Ankara’ya bağlı en önemli kurum polis kurumudur.
***
Polis şiddetinin artıyor olmasına rağmen toplumsal
varoluş mücadelemizin sağlıklı bir şekilde büyüyebileceği zemin halen
demokratik ve barışçıl yöntemlerle şekillenmektedir ve öyle de olmalıdır. Ancak
genel anlamda da devrimci hareketin polis-asker gibi kurumlara yönelik klasik
anlayışı kurum ile bireyin farkını gözetmek yönündedir. Bu tavır “polisler
dostumuz polis düşmanımız” sloganında özetlenebilir.
Elbette her polis dostumuz değildir. Elbette aşırı
sağ, faşist kökene sahip veya sadist karakterli polisler vardır. Ancak şiddet
uygulayan her polisi de bu şekilde değerlendirmemeliyiz. Ülkedeki ekonomik
uygulamalar sonucunda evindeki ekmek gittikçe küçülen, cebindeki maaş azalan,
çalışma saatleri insana yaraşır standartlardan uzaklaşan ve özlük hakları
giderek gerileyen polisler ciddi bir stres altındadırlar.
Herhangi bir emek örgütü ile bağlantılı
olmamalarından dolayı toplumsal ezilmişliğinin hıncını eylemcilerden alan
bilinçsiz polisler de vardır. Az da olsa tüm yaşananlardan vicdanı rahatsız,
bilinci huzursuz polisler de mevcutttur. İşte bu yüzden, onlara benzememek ve
kurumlarla insanları ayırmaya devam etmek zorundayız.
***
Kurumlarla insanları ayırmak, sizi coplayan polise
acımak demek değildir. Bir polis sizi copladı diye tüm polisleri bundan sorumlu
tutmamak demektir. Kısacası öfkenizi polislere değil, rejime, sisteme, kuruma
yönlendirmek demektir.
“Görevimi
yapıyorum” diyerek tüm iştahı ile copunu sallayan polis arkadaş ise, bir gün bu
halkın dış güçleri başından atacağını, işbirlikçilerinden ise hesap soracağını
bilmelidir.
Çünkü
hesap günü geldiğinde her birey kendi yaptıklarının hesabını verecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder