Murat arkadaş Baraka kültür Merkezi’nin
duyuru-tartışma grubuna bir mail fwd’lemiş.
Belli ki Burak ve Harika isimli iki
“harika” devrimci, Baraka’nın ve Argasdi’nin Marksizm ve parlamento konusundaki
görüşlerini “marksizmin deforme edilmesi” olarak değerlendirmiş ve bu konudaki
hassasiyetlerini Murat ile paylaşmışlar.
Dergimizde yazılan görüşlerimiz ve bu
görüşlerimizi pratikte uygulama biçimlerimizle ilgili birçok insan birçok şey
düşünebilir. Elbette bu düşüncelerini kendi aralarında ve/veya bizimle
paylaşabilirler. Bizimle yapılacak paylaşımlarda barakakulturmerkezi@yahoo.com, baraka@baraka.cc, argasdi@baraka.cc, adreslerinden veya sol
içi tüm görüşlere açık olan barakakulturmerkezi@yahoogroups.com
tartışma-duyuru grubundan yapılması tercihimizdir. Bilirsiniz haberle hacı
olunmaz diye bir deyim vardır. Yaşı küçük olanlar veya Marx okumadan Marksist
olmakla fazlası ile meşgul olanlar bilmeyebilirler bu deyimi ve anlamını da
yanlış anlayıp, Hac, din vesaire üzerine bizlere nutuk çekmeye kalkabilirler diye
kısaca açıklayalım: "Sözünüz varsa bize söyleyin!"
Ancak bu “harika” devrimciler, devrim
yapmaktan ayırdıkları kıymetli vakitlerinde 3-5 satır karalayıp, kendilerince
kafaları basmayan 1-2 meseleye “çelişki” diyerekten çoook möhim bir yazı
yazmışlar. Bu möhim yazıyı da Murat Kanatlı’ya göndermişler. Olabilir, bizi
ilgilendirmez! Değil mi ki bizimle ilgili yazsalar da bize yazma gereği
hissetmemişler, istedikleri kişi ile istedikleri şekilde yazışırlar. Ama iş bu
kadarla da kalmamış, Murat Kanatlı bu möhim yazıyı Baraka’nın tartışma grubuna
gönderivermiş. Belki de “harika” devrimciler ülke koşullarını tahlil etmekle o
kadar meşguldüler ki, bize nasıl ulaşacaklarını bir türlü bulamamışlardır.
Değil mi ki bizim gibi reformist yapıların kıyıda köşede kalmış ilişkileri
onların merkezi devrimci eylemlerinin yanından bile geçmez, bizi nerden
bulabilsinler bu yüce şahıslar. Eh herhalde Murat Kanatlı’dan rica etmiştirler
bu yazıyı bize ulaştırmasını ki Murak Kanatlı da bizlere bu yazıyı
ulaştırmıştır. Ancak böylesi bir durumun olduğunu biz varsaymak durumunda
kalmaktayız çünkü ne “Harika” devrimcilerin metninde böyle bir rica var ne de
Murat Kanatlı’nın fwd’ına böyle bir not eklenmiş. Murat Kanatlı kendisine gelen
maili cart diye fwd’leyi vermiş. Bu konuda partisinin değerli elemanı Salih
Uyguroğlu’ndan da bir ders almamış arkadaş. En azından üstüne 1 satır yazıp
neden, niçin böyle bir yazıyı bize gönderdiğini anlatma gereği hissetmemiş.
Açıkcası bunun da bir sakıncası yok. Sonuçta herkesin kibarlığı kendine! Ancak
kendimizi övmek gibi olmasın sonra “harika” devrimciler kızmasın, bu ülkede TÜM
SOLA açık bir tartışma platformu oluşturup, kendisinin tüm kadro, aktivist ve
dostlarının hatta ve hatta sempatizanlarının bulunduğu bir mail grubunu başka
siyasetlere tüm iyi niyeti ile açan başka bir yapı var mıdır? Ve eğer bu yapı
hiç rahatsız olmadan, hatta zaten böyle olması gerektiğini düşündüğü ve
herkesin böyle yapmasını istediği, üstelik her katılan farklı düşüncedeki
solcunun varlığı ile sevindiği için TAMAMEN ÖZGÜR bir tartışma platformu
oluşturuyorsa, birazcık olsun saygı görmeyi haketmez mi sizce? Ama hiç önemli
değil. Çünkü bu durum bizim kendi yarattığımız bir durumdur. Bunu yaparken de
saygı göreceğimiz ön kabulüne değil, devrimci kadrolarımızın bilincinin
sağlamlığına ve her platformda tartışabileceğimize dair kendimize güvenimize
yaslandık. Ancak tabii ki iki “harika” devrimci ve Marksizmin “yüce savunucusu”;
Murat Kanatlı’ya bir mail gönderir de Murat Kanatlı bunu bize fwdlarsa sorma
hakkımız doğar, YKP’den danne bahsetmeyen sözkonusu mail ne demeye Murat
Kanatlı’ya gönderilmiştir? Bu mailin Murat Kanatlı ile kişisel bir ilgisi mi
vardır yoksa YKP ile mi bir ilgisi vardır? Ama hazır söz ilgiden açılmışken, Murat
Kanatlı bu maili bize gönderirken sadece bize de göndermemiştir, YKP’nin
çeşitli organlarına ve SIKI DURUN Asi Kültür’ün mailine de göndermiştir. Ne
möhim bir mail ile karşı karşıya olduğumuzu, dizlerimizin nasıl tir tir
titrediğini, tüm kadrolarımızı toplayıp nasıl toplantılar yaparak özeleştiri mi
versek, af mı dilesek diye nasıl kara kara düşündüğümüzü artık siz anlayın!
Yanlız bir ara farkettik, aslında möhim mailde YKP’den bahsedilmese de dolaylı
olarak YKP’nin boykotundan da bahseden Marksizm ve Parlamento yazısı hakkındaki
bir mail olduğundan sonuçta YKP organlarına da gönderilmesi bir nebze anlaşılır
da olsa; ACABA BU MAİL ASİ KÜLTÜR’e niye gönderilmiştir? Bizim bildiğimiz Asi,
bağımsız bir alan örgütüdür, yoksa değil midir? YKP Yetkilisi tarafından
ısrarla bir kavgaya dönüştürülmeye çalışılan boykot konusundaki YKP-Baraka
fikir ayrılığı ile Asi’nin ne ilgisi vardır? Murat Kanatlı’nın alanlar
fikriyatından anladığı bu mudur? Yani bir parti bir alan örgütünü bu kadar
belirledikten sonra, CTP’nin KTAMS’ı gütmesinden niye şikayet eder? Yoksa YKP
kendine bir kültür merkezi mi açmıştır? Asi’nin ne yapacağının ne yaptığının
YKP yetkili organlarında karara bağlandığını daha önceleri duymuştuk da hiç
ihtimal vermemiştik. Demek doğruluk payı varmış mı demek lazımdır şimdi? Murat
Kanatlı bu yaptığı ile ayıp etmiştir, bize değil ama Asi’ye ayıp etmiştir,
oradaki iradeye ayıp etmiştir. Böylece bağımsız dinamiklerle şekillenen bir
eşitler ilişkisi istemediğini partisine organ yaratmak istediğini göstermiştir.
Hem de bu parti devrimi yapacak olan parti değil, yasadışı bir devletin
onayladığı bir tüzüğe sahip bir YASAL partidir. Alanları partiye tabi kılmak bizim
devrimci anlayışımızda yoktur. Ama "yasal partiye" tabi kılmak konusunda
yaratılan bu yaratıcılıktan ağzımızın açık kaldığını da ayrıca belirtmek gerek.
Evet sonuçta ne olmuşsa olmuştur, Murat Kanatlı sayesinde mail boxlarımızda nur topu gibi bir möhim mailimiz olmuştur.
Daha önce sözünü ettiğimiz gibi Kanatlı tarafından ısrarla bir YKP-Baraka
dalaşmasına çevrilmeye çalışılan boykot konusundaki fikir ayrılığı böylece yeni
bir boyut kazanmıştır. Şimdi bu maile cevap vermek gerekiyor. Verilecektir
elbet. Ama öncesinde şunu söyleyelim, Murat Kanatlı’nın mail grubumuza
gönderdiği maile cevaplar yazıldı. Bu cevaplar, kendisinin tüm haksız
nitelemelerine rağmen gayet yerinde ve düzeyli bir üsluba sahipti. Ancak
Kanatlı bu cevaplar verilmemiş gibi yapmayı tercih etti. Bununla da aslında
istediğinin bu olmadığını illa da hır çıkarmak istediğini göstermiş oldu. Çünkü
iddia ettiğinin aksine Baraka’nın Argasdi’de yayınlanan yazılarında hiçbir
saldırı yoktu ve tamamen eleştiri amacını taşıyan cümleler kullanılmıştı. Bu
sebeple öyle şeyler yazmalıydık ki ortada gerçekten bir saldırı olduğuna dair
argümanlar temel kazansın. Ama Baraka da hır çıkarmamakta kararlı! Bu fırsatı
vermemekte kararlı. Ne yapacağız şimdi? Basit, Engels’in ünlü deyiş ile biz
Baraka olarak şunu söyleyeceğiz: “önce siz buyurun bayım”
Yani kavga, hır, bozuşma,saldırı adına
ne derseniz deyin istiyorsanız, bunu bizim başlatmamızı sağlayamayacaksınız.
Kendi işinizi kendiniz görmeniz gerekiyor.
Gelelim “harika” devrimcilerin mailine.
Bu “harika” devrimciler YKP sempatizanı mıdırlar, değil midirler
bilemiyorum.Bildiğim yakın geçmişe kadar YKP’yi bir küçük burjuva partisi olarak
gördükleri ve orada çalışma yapanları da “mastürbasyon” yapmakla
niteledikleridir. Bu tabii ki söz konusu şahısların kendi nitelemesidir ve bu
konuda Baraka’nın hiçbir katkısı olmamış aksine ayni fikirde olmadığımız
çeşitli arkadaşlarımız tarafından kendilerine iletilmiştir. Ancak tabii fikirler,
örgütler değişebilir, bu arkadaşlar şimdilerde YKP sempatizanı olmuş
olabilirler. Ancak benim yazacaklarım bu arkadaşların möhim mailine ve
kendilerinin iddialarına yöneliktir. YKP ile bir alakası yoktur!
Harika ve Burak kimdir? Bir yazıyı
okuyan kişilerin yazının sahiplerine dair bilgi edinme hakkı olduğunu
düşünüyorum. Elbette söz konusu olan imzasız bir yazı veya kitap da olabilir. O
zaman da o yazıyı yayınlayan dergi, yayın vs. bu yazının sahibi kabul edilir.
Yani okuyucu her halükarda bir referans ister! Peki bu möhim maili yazan
“harika” devrimcileri tanıyanınız var mı? Herhalde Murat arkadaş tanıyor. Ancak
o bizi bu değerli bilgiden mahrum bıraktığına göre, bendeniz naçizane
bilgilerimi sizinle paylaşayım. Harika (soyadını bilerek vermiyorum bir de ihbarcı
olarak nitelenmeyelim şimdi) Markstan ve Marksizmden nefret ettiğini birçok
platformda dile getirmiş olan, hiçbir şekilde hiçbir örgütlülüğe inanmadığını
her fırsatta tekrarlayan bir Anarşisttir. Aslında kendisi anarşizmi bile
bilmediğinden saçlarını değişik renklere boyayıp çılgın partilere takılmayı
anarşizm sanmaktadır. Ancak şimdi Markisizmin deformasyonunu önlemek iddiası ile
karşımıza çıkmıştır... Eğer Marksizm Harika’nın yardımına muhtaç kaldıysa, ölmüş
de ağlayanı yok demektir. Diğer yandan Burak isimli “devrimci”, 1-2 Lenin
kitabından ve Kurtuluş dergilerinden başka okuma yapmamış, hiçbir örgütle
ilişkisi olmayan, tamamen bohem bir burjuva hayatı yaşayıp abuk sabuk ilişkiler
içinde batıp çıkan, pratiği televizyon görüp çılgın arkadaşları ile gençliğini
yaşamaktan ibaret olan bir şahıs. En azından güncel durumu böyle. Gene de
Harika’ya göre Marksizm’e biraz daha bulaşmış olmasından dolayı möhim maili
kendisinin yazdığını sanıyorum. Zaten mail içinde postmodernizme olumlu
bakmadığını ima eden satırlar da bunun göstergesi. Ne de olsa Harika iktidarın
her yerde olduğunu düşünen has bir Focault’cu. Bu sebeple Harika'nın söz konusu
möhim maile katkısının kendi uzmanlık alanı çerçevesinde olduğunu düşünüyorum.
Ama bu bizi ilgilendirmez.
Möhim maile gelmeden önce Marksizm ve
Parlamento yazısının ortaya koyduğu genel fikir ile ilgili biraz daha
açıklayıcı bilgi verelim çünkü “harika” devrimcilerimiz ve elbette daha
bazıları belli ki ya anlamamış ya da anlamamakta ısrar ediyor. Eh bizim
kaygımız da anlaşılmak olduğuna göre her fırsatı değerlendirmekte fayda var.
Zaten Marksizm ve Parlamento yazısını okuyup anlayan (ki bunun için okuma yazma
bilmek ve ortalama bir zeka seviyesi yeterlidir)herkes, möhim mailin
yazarlarının durumuna fazlası ile acımıştır. Hedefimiz kendilerine acıyan insan
sayısını arttırmak değil, haşa! Kendi kendilerini bu duruma düşüren yine
kendileri olmuştur. Biz sadece derdimizi anlatmaya çalışıyoruz. Yoksa elimizin
ayağımızın altında dolaşan 1-2 örgütsüz “devrimci”yi kendimize muhattap alacak
kadar acınacak halde değiliz.
Yazının söylediğini olabildiğince
ortaokul düzeyine indirmeye çalışarak:
1- Marksizm parlamenter mücadeleyi
reddetmez
2- Marksizm parlamenter mücadeleye
merkezi önem atfetmez
3- Marksizm Boykot’u bir strateji
olarak görmez
4- Marksizm boykotu reddetmez
5- Marksizm “her koşulda boykot
yapılması”na dayalı bir strateji değildir.
6- Marksizm boykotu bir taktik,
toplumsal silah boyutunda önemli bir taktik olarak görür.
7- Bu da boykotun belli koşullar
altında uygulanabilecek belli bir stratejiye dayalı bir silah olduğu anlamına
gelir
8- Boykotun ortaya konması gereken
koşullar Lenin tarafından “kitlesel silahlı ayaklanma” koşulları olarak
tanımlanmıştır. Yani DEVRİM koşulları!
9- Boykot devrim koşullarını
oluşturmanın aracı değildir.
10- Boykot devrim koşullarını
oluşturmuş devrimci öznenin, kitleleri parlamenter yanılsamalarla devrim
yolundan döndürmeye çalışan egemenlere karşı kullanacağı bir silahtır.
11- Diğer durumlarda (hatta en gerici
durumlarda bile) parlamento seçimlerine katılmak Marksizme ters değildir.
12- Aksine Marksistler parlamento
seçimlerine katılmışlardır, katılmaktadırlar, katılacaklardır.
13- GÜNCEL DURUMDA Ülkemizde DEVRİM
KOŞULLARI MEVCUT DEĞİLDİR.
Çok basitleştirerek anlatmaya çalıştım.
Amacım bu mütevazi cevabı “harika” devrimcilere de göndereceğini tahmin ettiğim
Murat aracılığı ile, düzeylerine uygun açıklamalarda bulunmakta. Yoksa gruptaki
diğer arkadaşlara tavsiyem yazının kendisini okumalarıdır. Yukardaki basitlik
için de kusura bakmasınlar, muhattabın düzeyine inmeye çalıştığımız için
mecburen olmuştur.
Şimdi gelelim möhim maile: “Harika”
devrimciler bir alıntı bir yorum yöntemini tercih ettikleri için (bu yöntemin
diyalektik materyalist bir yöntem olduğu iddia edilemez ancak belli ki bütünü
anlama acizliklerini bu yöntemle bertaraf etmeye çalışmışlar.) biz de
kendilerine anladıkları dilden yanıt vereceğiz.
Yazıya başlar başlamaz fazla
kasıldıkları belli olan “harika” devrimciler anlamsız cümleler dizisini en
anlamsızı ile başlatıyorlar:
“Marksizm ve Parlamento*
Gayet ciddi görünen bu başlığın altını doldurmak,kendisini aydın sanan
herkesin yapabileceği bir iş değildir.”
“Harika”
devrimcilerimiz başlığın “gayet ciddi” göründüğünü söylemektedir. Başığa dair
konuştuklarına göre ve “ciddi olan” demediklerine göre de aslında ciddi
olmadığını sadece ciddi göründüğünü düşünmektedirler. Ama bu başlığın altını
doldurmak da kendisini aydın sanan herkesin yapabileceği bir iş olmadığına
göre, demek ki başlık ciddi bir başlık olmalıdır. Başlık ciddi midir değil midir.
Çünkü başlık ciddi değilse, altını doldurmak kolay olmalıydı. Yoksa kendisini
aydın sanan birisinin aslında ciddi görünen ama ciddi olmayan başlıkların bile
altını dolduramayacağını mı söylüyorlar. Acaba kendilerinin yazılarına bir
başlık koymamasının sebebi bu mudur? Bize neden yazılarına bir başlık
koymadıklarını mı izah etmeye çalışıyor “harika” devrimciler?
Devam edelim belki anlarız:
“Belki
kelimeler ayrı ayrı alındığında,bu kelimler üzerine birçok şey söylenebilir.
Ancak unutulmamalıdı r ki,Marksizm bir bilimdir ve hepimizin bildiği gibi
bilimler ilerleyerek yön bulurlar.Bazı ları bu ilerlemeye katkı sağlar veya bu
ilerlemenin önünde engel olarak durur.Bu iş tıpkı evrim teorisini yaradılış
teorisiyle birleştirmeye benzer.Postmodern liberaller bu işe gereğinden fazla
kafa yormaktadırlar. Kendisine Marksist diyenlerin bu ve benzeri konularda
postmodern liberallere katkı sağlamaması için daha dikkatli davranmaları
şarttır!”
DİKKAT! Marksizm ve Parlamento
kelimelerini ayrı ayrı ele almayı ilerlemeye ve bilme aykırı kabul eden bu
ilginç yaklaşım yazının başlığı için yapmadığını yazının içeriği için yaparak
kendi kendini az sonra imha edecektir! İlerlemeye katkı sağlamak veya
ilerlemenin önünde engel olmak gibi İKİ SEÇENEĞE indirgenmiş varoluşumuzda,
herhalde biz baraka’cılar ilerlemenin önündeki engelleriz ki, bunlar bize
anlatılmaktadır. Ancak “bu iş tıpkı evrim teorisini yaradılış teorisi ile
birleştirmeye benzer” yaklaşımını anlamadık. İlerlemeye engel olmak mı buna
benzer yoksa, marksizm ve parlamentoyu bir başlık altında anmak mı? Peki
postmodern liberallerin kafa yorduğu nedir? Marksizm ve Parlamento’yu
birbirleri ile uyumlu hale getirmek mi, yaradılış teorisi ile evrim teorisini
birleştirmek mi? :Kendisine marksist diyen bizler acaba bilmeden yaradılış
teorisini mi savunduk, anlamadık, kafamız karıştı. Bu durumumuz ile birilerinin
ilerlemesine engel olduysak kusura bakılmasın, çekilin deseydiler çekilridik.
Buyrun efendim buyrun ilerleyin! Ancak geçerken şunu da anlayalım, yani şimdi
siz MARKSİZM VE PARLMENTO birbiri ile o kadar alakasızdır ki bu ancak EVRİM ve
YARADILIŞ kadar birbirine birleşir mi dediniz? Dediniz mi demediniz mi?
Dediyseniz sizinle işimiz var çünkü de ondan sorduk... Dediyseniz şöyle bir
ilerleyin de kolay olsun tekmeyi basması... Marksın ve Lenin’inki dahil olmak
üzere dünya tarihinde parlemento konusunda çeşitli faaliyetlerde bulunmuş
onlarca marksist partiyi bir kalemde silmek gerçekten ciddi bir çaba
gerektirir. Ama bizim “harika” devrimcilerimiz bunu iki satırda başarı vermiştir.
Eh iki satırda bunu başarak altı sayfada neler yapmaz!
“Bu polemik yazısı,kendisine “devrimci” ve “Marksist” diyen
bir kişinin ve içinde bu düşünceleri barındırdığını iddia eden “kültür derneği”
olan bir topluluğun yayın organı olan bir dergide yayımlanan yazının Marksizm'i
deforme çalışmasının engellenmasi amacıyla kaleme alınmış uzun bir yazıdır.”
Markiszm ve Parlamento yazısının yazarı
devrimci ve marksist etiketlerini kendi kendisine takmışdeğildir. Onu bunu BİZ
söylüyoruz. Biz kim miyiz? Baraka’lı devrimciler. Yani örgüt! Örgüt, yani kendi
arasında oluşturduğu belli bir hukuk doğrultusunda hareket eden, birbirine o
ilkeler çerçevesinde hesap sorup hesap veren insanlar topluluğu. Siz ki bu
örgütlü yapının bileşenlerini veya kendisini sorgulama hakkınızı
kullanmaktasınız, bir devrimcinin örgütlü mücadele vermesi gerektiğini
bilmemekte misiniz ki ne var olan örgütlerden birine ne de “devrimci” ileklerinize uygun
yaratacağaınız bir örgüte mensup değilsiniz? Siz kimsiniz, nesiniz, ne
yaptınız, ne yapıyorsunuz, ne yapmayı hedefliyorsunu, hayatta ne gibi
sorumluluklar altındasınız ve kime hesap vermek yükümlülüü altındasınız ki
baraka’nın devrimciliğinisorgulama cüretinde bulunuyorsunuz. “Harika”
devrimciler, “harika” devrimciler, çocukluğunuza, toyluğunuza, heyecanınıza
verelim,ama bir daha olmasın. Siz önce uyku saatlerinizi düzene koyup, sabah
erken kalkmayı becerin, ondan sonra onunla bununla devrimcilik yarıştırmanın da
vakti gelecektir.
Yazınızın deformasyonu engelleme
amacını aldık kabul ettik. Okuyalım bakalım neymiş bizim deformasyonumuz
marksizme yönelik... ancak şunu da ekleyelim ki sizin pek yazı okumadığınız
(devrim yapmaktan fırsat kalmıyordur her halde) UZUNLUK KISALIK anlayışınızdan
da belli olmaktadır. 6 sayfalık bir yazıya uzun diyorsanız, siz uzun yazı
görmemişsizni “harika” devrimciler. Öyle harikasınız ki, kendi yazınızı uzun
bularak aslında okuma kapasitenizin sınırlarını da bizlere göstermiş oldunuz.
Gerçekten harika!
“Üzerine tonlarca kitap yazılan,tartışmalar sonucunda
kendisini tekrar tekrar var eden,uğruna bedeller ödenen ve ödenmeye devam
edilen bir ideoloji hakkında büyük laflar etmenin tarafımızca doğru olmayacağı
kanaatindeyiz. Ancak bunca şeye rağmen bazıları cehaletle veya bilerek bu
ideplojiyi saptırmaya çalışıyorlarsa,bunun şiddetle karşısında duracağımızı ve
bu insanları teşhir etmenin sakıncasını asla görmeyeceğimizi üstüne basa basa
belirtmenin bir görev olduğunun bilincindeyiz.”
Argasdi’de
yayınlanmış tüm yazılar Baraka’ya mal edilebilir. Bu bizim ilk sayımızdan
beridir ortaya koyduğumuz anlayışımızdır. Bu sebepledir ki Harika isimli
“harika” devrimci dergimizde yayınlamak için yazı vermek istediğini söylediğinde
kendisine “elbette verebilirsin” ancak ahmmaliye kurulu okuduktan sonra
yayınlanıp yayınlanmayacağına karar verilir!” denmiş, HARİKA ise asla böyle bir
yazı vermeye cesaret edememiştir. Hoş, telefon mesajından başka yazı yazıp
yazmadığı da malumumuz değildir. Neyse, eğer tüm yazılar baraka’ya mal
edilebilirse ki biz öyle söylediğimize göre öyledir, o zaman markiszm ve
parlamento yazısı da barakaya mal edilebilir demektir. Bu durumda fazla
bilgili, ulema anarko-komünist devrimcilerimizin bizi cehaletle itham etmesi
normaldir. Ne de olsa onlar fazlasıyla bilgilidirler ve bu yazının sonunda bizi
bayağı eğiteceklerini düşünüyoruz. Ancak bizleri bilerek Markiszmi saptırmakla
suçlama çabaları da çizmeyiaşma gayretlerini gösteriyor.Buradan tüm kibarlığımızla
kendilerine hadlerini bilmeleri tavsiye ederiz. Bu işler öğrenci evinde ahkam
kesmeye benzemez. Tehlikeli sularda yüzmektesiniz...
“Yazının içeriğine baktığımızda,yazının genel olarak
parlamento ve Marksizm merkezli mi yoksa lokal olarak Kıbrıs'a mı ilişkin
olduğu belli olmayan cümleler yumağıyla dolu olduğunu görüyoruz.Çelişki ve
belirsizlik kokan bu yazı,ilk cümlesinden son cümlesine kadar yazarının
savunduğunu iddia ettiği ideolojinin, aslında kendisi tarafından hiçbir şekilde
anlaşılmadığının da büyük bir göstergesidir.”
Ah
be “harika” devrimciler, bu muydu derdiniz? Sorsanız bir çırpıda söylerdik size
ki yazı; Markizmin parlamento konusundaki genel düşüncelerinin Kıbrıs’ın kuzey
coğrafyasındaki karşılığına dair bir yazıdır. Yazımızda cümleler yumak halinde
değil tel tel bulunmaktadır. Yazımızın kokusu matbaanın mürekkebinden
kaynaklanmaktadır ve aslında yazarın anlattığı şeyleri anlamayan siz
anarko-komünistlerin anlamak konusundaki yeteneklerinin bayağı üzerinde bir
düzeyi vardır. Yazıda belirsizlik olarak sunduğunuz olgu aslında sizin konuları
kompartımanlar ayırmadan anlayamayan basit düşünce tarzınızın ve idealist
bölümlendirme yaklaşımınızın çok üzerinde; diyalektik denilen bir metod ile
ilgilidir.
“Burjuva parlamentosu nedir?Hangi amaçlar için vardır ve
sınıflar mücadelesindeki önemi nasıl anlaşılmalıdır?Devrimciler parlamentoya
katılmalı mı(katılmalıysa ne için katılmalı)yoksa ellerinin tersiyle onu bir
köşeye mi itmeli?”
Kıbrıs'ta çıkan bir dergide böyle bir giriş paragrafının
olması,akla Kıbrıs'ta bir burjuva parlamentosu olduğu düşüncesini
getirmektedir. Böyle olduğu kabul edilse bile,var olan parlamentonun,
burjuvazinin ve devletin tahlili buna göre yapılmalıdır.Örneğin bir yer için
hem işgal altında deyip hem de burjuva parlamentosunun varlığından
bahsetmek,birbirine taban tabana zıt olan iki düşünceyi savunmak demektir.Bunun
kanıtı Irak'ta açık bir şekilde gözükmektedir. Emperyalist veya alt-emperyalist
devletlerin açık işgalleri altında bulunan toprak parçalarındaki parlamentolar,
işgalci güçlerin kurduğu sirklerdir.Kendisin i koruyacak kolluk gücü dahi
işgalci güçlere ait olan,kendi parasını dahi işgalci devletin merkez bankasında
bastırtan bir parlamentonun nasıl olur da Kıbrıs burjuvasini temsil ettiğini
söyleyebiliriz? !
Süpriz:
Kıbrıs’ta burjuva parlamentosu vardır! Hem de bir taneden fazla. Çünkü bizim
“harika” devrimcilerimiz farkında değillerdir belki ama KIBRIS bölünmüş bir
adadır. Var olan parlamentoların, burjuvazilerin (egemen sınıflar anlamında
okuyun) ve devletin tahlili de Baraka tarafından yapılmaktadır. Argasdi’nin
çeşitli sayıları, Kıbrıslı Türk Devrimci Hareketi isimli kitap ve yürütmekte
olduğumuz ama heniz yayınlanmamış birçok çalışma ile bu süreç ilerlemektedir. Şimdi
“Kıbrıs’ta burjuva parlamentosunun var olduğu kabul edilse bile” diyen bu
“harika” devrimciler herhalde böyle bir parlamentonun var olmadığını
düşünmektedirler. Her ne kadar kendileri deformasyonu engellemek iddiası ile
yola çıktıkları halde hiçbir TAHLİLde bulunmayıp gerçeklerin engin bilgisi ile bizi
aydınlatmasalar da, yazdıklarından böyle anlaşılıyor. Burjuva parlamentosunun
varlığı yokluğu konusunu bir paragraf sonraya bırakalım ve şu mithiş cümleyi
bir kez daha okuyalım: “Kıbrıs'ta çıkan bir dergide
böyle bir giriş paragrafının olması,akla Kıbrıs'ta bir burjuva parlamentosu
olduğu düşüncesini getirmektedir. Böyle olduğu kabul edilse bile,var olan
parlamentonun, burjuvazinin ve devletin tahlili buna göre yapılmalıdır.”
NASIL olduğu kabul edilirse,
parlamentonun, burjuvazinin ve devletin tahlili NEYE göre yapılacak? Yahu
“harika” devrimciler herhalde Marksı almanca okumaktan Türkçeyi unuttular. Biz
aciz kulları birazcık bilgilenmek amacıyla yazılarını okuyoruz, ama özne,
yüklem, sıfat, bağlaç hak getire! Bir önceki cümlede elde edilen tek vargı burjuva
parlamentosunun varlığı iddiasının tartışmasıdır. O halde “böyle” ve “buna”
kelimelerinin referansını cümle içinde kullanarak şöyle bir garabet elde
ediyoruz: “Kıbrıs’ta burjuva parlamentosunun var olduğu kabul edilirse, var
olan olan parlamentonun tahlili burjuva parlamentosunun varlığına göre
yapılmalıdır.” VAAAAY BEEEE, ne açıklayıcı oldu öyle... Üstelik bunu
dedikten sonra da hiçbir tahlil yapma gereği hissetmemiş “ harika” devrimciler. Her halde bunu bize ev
ödevi olarak verdiler. Bir nevi bütünleme. Hazır Marksizm ve Parlamento
yazısından sınıfta kaldık, bu ödevi yerine getirir ve tahlili doğru yaparsak
belki geçeriz sınıfı... yoksa tahlili de onlar yapacak olduktan sonra peee
işimiz var...
Gelelim burjuva parlamentosunun
varlığına; bizim tartışmamız kuzey işgal bölgesi için geçerli olduğundan güney
işgal bölgesini dışarda bırakarak konuşalım. Kuzeyde bir parlamento var ve bu
da bir burjuva parlamentosudur. Bujuva parlamentosu dediğin de zaten öyle çok
abartılmaması gereken, engelsin deyimi ile bir domuz ağılıdır. Kendisi herhangi
bir düşünce sözlüğü veya felsefe sözlüğünden de edinilebileceği gibi, tarihin
belli bir aşamasında ortaya çıkmış bir BİÇİMdir. Bu biçim genel oy hakkı ile
seçilen temsilcilerin oluşturduğu bir kurumdur. Bu kurumun varlığı ile burjuva
DEMOKRASİSİNİN varlığını eşitlemek yaygın bir hatadır. Yani bir ülkede burjuva
parlamentosu varsa o ülkede burjuva demokrasisi de olacak diye bir beklenti
olmamalıdır. Nitekim tüm diğer yeni sömürge ülkelerde olduğu gibi bizim
ülkemizde de burjuva parlamentosu vardır ama burjuva demokrasisi yoktur.
Kendisi yapı itibari ile bir domuz ağılı olan burjuva parlamentosunun yeni
sömürge ülkelerde daha da rezil bir durumda bulunması onun biçim olarak bir
burjuva parlamentosu olmadığı anlamına gelmez. Bir yer için hem işgal altında
deyip hem de burjuva parlamentosundan bahsetmek ise hiç de çelişki değildir.
Aksine tüm yeni sömürge ülkelerde var olan durumdan söz etmek demektir. İşgal
altında ülkelerde burjuva tipi parlamentolar yani burjuva parlamentoların
oluşturulması ve sömürgeci ilişkilerin gizlenmesi yani birşey değildir. Bunun
için birazcık okuma yapmak yeterlidir. Bizim ülkemizde olmayan şey burjuva
demokrasisidir. Çünkü bizim ülkemizde tüm diğer yani sömürge ülkelerde olduğu
gibi sömürge tipi faşizm hüküm sürmektedir. Irak’ta bulunan açık işgal ile
ülkemizdeki işgali birbirine kıyaslamak mümkün değildir. Ama illa kıyaslama
yapmamız isteniyorsa, orada bulunan parlamentonun da bir burjuva parlamentosu
olduğunu söylemek gerekiyor. Söz konusu parlamentonun mücadele bakımından
nereye yerleştirileceği TAMAMEN DEVRİMCİ ÖZNENİN kendi öznel koşullarına ve
ülkenin nesnen DURUMUNA dayalı tahlillerle ilgili birşeydir. Iraktaki işgal ile
ülkemzideki işgal aynı şey değidir ama bir de şu vardır ki Irak’taki nesnel koşullar
ile ülkemizdeki nesnel koşullar da aynı değildir. Üstelik halk güçlerinin öznel
durumu HİÇ aynı değidir. İşgal altındakiülkelerdeki parlamentolar işgalci
güçlerin kurdurduğu sirlerdir. Evet doğru, ama işgal altında olmayan
ülkelerdeki parlamentolar da bir domuz ağılından farksızdır. Bu durumda sirk ve
ağıl arasındaki farkı kabul etmekle beraber ne bu parlamentoların burjuva
parlamentosu olmadığına dair bir ispat görüyoruz ne de bu parlamentoların
seçimlerini HER KOŞULDA REDDETMEK için bir gerekçe görüyoruz...
Diğer yandan “harika” devrimcilerimiz
burjuva parlamentosunun burjuvaziyi temsil ettiğini sanacak kadar da “harika”
marksisttirler. Yani Türkiye’deki burjuva parlamentosu Türkiye burjuvazisini mi
temsil etmektedir? Hangi yeni sömürge ülkede burjuva parlamentosu kendi
burjuvazsini temsil etmektedir? Kaldı ki yeni sömürge ülkelerde bulunan
burjuvazi ne zamandan beridir kendi için burjuvazi olmuştur da bizim haberimiz
yok? Burjuvazinin bile kendi çıkarlarını temsil etmediği koşullarda parlamentonun
burjuvaziyi temsil etmesi nasıl mümkün olur? OLUR, OLMALI çünkü eğer adı
burjuva parlamentosu ise illaki burjuvazinin parlamentosu olmalı :) işte
arkadaşların marksizm anlayışı bundan ibaret. Onlara göre isim ile içerik
birbirini öylesine tutmalı ki, belli bir tarihsel anda belli bir biçime kendi
ismini vermiş bir içerik değişip başka bir içerik o biçimi eski adıyla
kullanmamalı... Oysa tarihsel materyalizm eski biçimleri kullanan yeni
içeriklerin anlatımı değil midir? Anasından doğan çocuk onun korkunç yüz
hatlarını taşımaz mı? Boşverin bunları siz yahu, hem marksimiz anarşistlerden
daha mı iyi bileceksiniz siz?
“Yazar arkadaşımız bu parlamentoyu kıbrıs parlamentosu olarak
nitelendirmemiş olabilir.Ancak kendilerini “Kıbrıs devrimcileri” olarak
tanımlayan kişilerin parlamentoya dahil olma istekleri ya bu parlamento
üstündendir ya da işgalci devletin parlamentosuna dahil olma isteğidir.”
Siz daha bu ülkenin devrimcilerinin
kendilerini nasıl tanımladığını, kıbrıs adasının bölünmüşlüğünü, bir kıbrıs
burjuvazisi bulunmadığını bilmezken biz de durmuş size neler anlatıyoruz...
Acaba argasdideki yazının neresinde
bizlerin parlamentoya dahil olmak istediğimiz yazılmıştır? Deformasyonu anlamak
adına yola çıkanlar nasıl olmuş da bu gibi bayağılıklara düşmek zorunda
kalmışlardır? Yoksa hep o bayağılık batağında mıydılar? Biz parlamento
seçimlerinin devrimci mücadele sırasında kullanılabilecek bir araç olduğunu,
söylüyoruz. İLLA ve HER KOŞULDA kullanılmalıdır da demiyoruz. Siz de bundan
bizim parlamentoya girmek istediğimiz sonucuna varıyorsunuz. Ne kadar harika!
Parlamento seçimlerine girmek ile parlamentoya girmeyi bir ve aynı şey sayan
sizler, parlamanto seçimlerinde seçilen devrimcilerin parlamentoya girmeyi
reddedebileceği olasılığını gündeme hiç etirmiyorsunuz... ama sakın ha, biz
bunu da söylemiyoruz. Biz çooook basit birşey söylüyoruz,parlamento SEÇMİLERİNE
GİRMEYİ Her KOŞUL ALTINDA REDDETMEK MARKSİZME UYMAZ! Bu kadar basit. Zaten bu
noktada anlaştığımız vakit, hangi koşullarda parlamento seçimlerine girebileceğimiz
ve ülkemzideki koşulların da buna uygun olup olmadığını tartışacak bir
zeminimiz olacak. Ama sizin kimliğiniz boykotçuluk ile anarşizmin bir karışımı
olduğundan böyle bir olasılık da ufukta görünmüyor.
Diğer yandan acaba Lenin’in dahil
olduğu parlamento babasının parlamentosu muydu? Çarlığın parlamentosuna dahil
olan Lenin, bunu çok istediği için mi yapmıştı yoksa “şu lanetli karşı devrim”
onu “bu domuz ağılına gönderdiği” için ve o “burada bile devrimin yararına
çalışmak” istediği için mi yapmıştı? Yok yok sizden cevap beklemiyorum. En
azından bu asır içinde...
“...parlementoyu sosyalist hareketin merkezine yerleştiren
ve toplumsal dönüşümün parlementer mücadeleyle, reformlar yoluyla
gerçekleşeceğini savunan parlementerist/ reformist sapmadır. Söz konusu
çizginin oluşumu II.Enternasyonel' in içindeki krize dayanır. Diğer bir sapma
ise -kökleri Avrupa, özellikle de Almanya'da yatan- parlamento ve sendikalar da
dahil olmak üzere tüm legal mücadele alanlarının reddine dayanan, illegalite
fetişistti çizgidir.Parlamentoy u tamamen dışlamasının yanında, sendikaların
yozlaştığı iddiasıyla tüm devrimci işçileri sendikalardan çıkıp “temiz”,
“devrimci işçi birlikleri” kurmaya çağıran bu akım Lenin tarafından çok sert
bir şekilde eleştirilir....”
Bu iki tespit de bu kadar basit kelimelerle ifade edilebilecek
olmasalar da,temelde doğru tespitlerdir.
Vallahi çok sağolun, allah ne muradınız
varsa versin. Teşekkür ederiz.
Ancak bugün ne Kıbrıs'ta ne de dünyanın herhangi bir ülkesinde
parlamento üzerinden reformist\illegal tartışması mevcut değildir.Şunu da
belirmekte fayda vardır ki;II. Enternasyonel' de sol sapma fetişistleri Lenin
lanetlerken, parlamentarist reformistleri de es geçmemiştir.Yazarın sadece bu
kısmı vurgulama çabasında ya Lenin'i anlamadığını ya da gayet iyi anlayıp onu
saptırmaya çalıştığını farketmemek olanaksızdır
Böyle bir tartışmanın mevcut olmayışı,
Lenin tarafından bu akımın hem teoride hem de pratikte tarihin çöplüğüne
gönderilmiş olmasındandır. Bu sebeple de bu tartışmaların zıt kutuplar yan yana
konarak kavranması özellikle anlamlıdır. Bu sebeple de “ancak” diye başlayan
cümle çok bilmişlikten ibaret bir içeriğe sahiptir.
Lenin’in her iki akım ile de
tartıştığını dünya alem bilmektedir. Argasdi’deki yazıda da bu belirtilmiştir.
Belki harika devrimcilerin düzeyine uygun bir basitlikte değil ama gene de
belirtilmiştir. Yani bu yazıyı okuyup da Lenin öyle dedi zannederek parlamenter
reformist bir sapma içine girebilecek tek devrimciler herhalde bu “harika”
devrimcilerdir. Ancak bereket versin ki Burak 1-2 lenin kitabı okumuştur da
böylesi bir kaza ortaya çıkması önlenmiştir. Yoksa harikanın hali nice olurdu!
“Çünkü Lenin,dönem koşullarına uygun olarak gördüğü herhangi
bir taktiği sanki tek doğruymuş gibi kitlelere anlatarak zaman zaman “çelişkili”
görünebilecek şeyler yazmıştır.Ancak bu çelişki,Lenin'i anlayan kimse için asla
çelişki olmamıştır.Tüm bunları gözönüne alırsak, istersek hem “katı bir
Leninist” olarak parlamentoyu savunabiliriz, istersek de “katı bir Leninist”
olarak parlamentoyu lanetliyebiliriz. Bu tamamiyle neyi hangi amaçla anlatma
isteğimizle alakalıdır.”
İşte tam da bunun için marksizm ve
parlamento yazısında her iki uç da karşılıklı olarak konmuş ve her ikisi de
eleştirilmiştir. Ama ilerleyen satırlarda da görülebileceği gibi bu “harika”
devrimciler farklı uçlara yöneltilen eleştirileri ÇELİŞKİ zannetmişlerdir. Bu
da kendilerinin iafdesi ile Lenini ne kadar anladıklarını göstermektedir. Ya da
neyi ne amaçla anlatma isteğine sahip olduklarını...
“Tüm bunlar bize bir şeyi gösterir ki;Marksizm ve Leninizm'i
sadece kitaplardan okuyarak anlamaya çalışmak,onları anlamadan okunulanı
dagmalarla rehber edinmek,var olanı kendi somut koşullarında değerlendirmeyerek
Marksizm ve Leninizm'e yapılacak en büyük tahribattır.Bu büyük lafları eden
yazar arkadaşımıza tavsiyemiz;öncelikle her yerelin kendi somut koşullarının
ayrıntılı incelenmesi gerektiğini anlamasıdır.Ayrı ca,bu somut koşullara uygun
tahliller yapıp taktikler belirlemektir. Marks'ın ve Lenin'in bize öğrettiği
ilk önce budur!”
Ortada
hiçbir pratiği olmayan kişilerin, hatta bir örgütlülüğü bile bulunmayan
kişilerin nasıl konuştuğunu görüyor musunuz? Bu arkadaşlar hangi devrimci
örgütlülüğün parçasıdırlar? Hadi bunu geçtik möhim mailde sürekli tekarlanan
somut koşulların değerlendirmesini bu “harika” devrimciler niye yapamıyorlar?
Kıbrıs’ta bulundukları 3-4 yıllık sürede kişisel sohbetlerimizde ısrarla
kendilerine Kıbrıs’ta çıkan gazteeleri de okuyun dememize rağmen okumayan, Bu
ülkedeki siysi partilerin, sendikaların 3-5 tanesinin ismini bile sayamayacak
durumdaki kişiler mi bize Kıbrıs koşulları ile ilgili ahkam kesmektedir? Hadi o
aman yapın bu Kıbrıs koşullarının tahlilini de öğrenelim neymiş... Ama yok,
sizler “yaptığımı yapma söylediğimi yap” marksistlerisiniz. Ne yapacağımızı bie
söylersiniz ama sizin onu yapmak gibi bir kaygınız olmaz. Üstelik Kıbrıs
koşullarının tahlili yapılmıştır, yapılmaktadır. Ama sizin bundan da haberiniz
yoktur.
“Yoksa Marks veya Lenin kendi dönemlerinin taktiklerini hiçbir
zaman bizim önümüze mutlak doğrular olarak koymamışlardır,ki dönemlerine göre
belirledikleri mücadele çeşitlilikleri bunun bize göstergesidir. Bu yüzden
bunlar çelişki değil,birer manevradır.Lenin' in II.Enternasyonel çizgisinde
ekonomizme ve aynı zamanda fetişizme karşı savaş vardır.Hangi somut koşullar
düşünülerek bu pasaj yazılmışsa,bu koşullar net olarak verilmelidir ki
anlatılmaya çalışılan beyinlerimizde mana kazansın.”
Kendi
kendinize çelişki yaratıp sonra da o çelişkinin olmadığını bize izah
etmektesiniz de, biz anlamadık böyle bir iddiası olmayan bizler bu ahkam
kesmeleri neden dinlemek zorundayız? Diğer yandan az sonra göreceğimiz gibi
yazının fikriyatından tamamen soyutlayıp kelime cımbızlığı yaparak anlatmak
isteneni değil kuru yazılanı kendine rakip seçecek olan “harika” devrimcilerin
şu yazdığını bir daha okuyalım: “Lenin' in
II.Enternasyonel çizgisinde ekonomizme ve aynı zamanda fetişizme karşı savaş
vardır.”
Neye
karşı savaş varmış? Ekonomizme ve aynı zamanda fetişizme... Fetişizm? ne
fetişizmi olduğunu belirtmeyi unutan zavallı devrimcilerimizin bu durumundan
faydalanmayacağız, fetişizm kelimesini alıp dalga geçmeyeceğiz. Sadece pek de
düşündüğümüz kadar “harika” olmadıklarını görmekten dolayı hayal kırıklığına
uğradığımızı belirtmekle yetineceğiz...
“....parlamento devletin başat ideolojik aygıtlrından
biridir. Parlamento bağrında burjuva devlet ideolojisini taşır. Onun en
önemli görevi söz konusu ideolojinin yeniden ve yeniden üretimidir...”
Arkadaşlar,yanlış okumadınız,bu cümleler devrimci birinin,
parlamentoya girme yanlısı yazmış olduğu bir yazıdan alınmıştır
Marksizm ve Parlamento yazısı
parlamentoya girme yanlısı bir yazı değildir. Aksine parlamenter yanılsamalara
karşı mücadele edilmesi gerektiğini vurgulayan ve parlamentoyu her koşulda reddetme tavrının yanlışlığını da anlatan bir
yazıdır. Ancak “harika” devrimciler deformasyon yapmaya devam etmektedirler.
Neyi deforme ediyorlar hem barakanın yazısını hem de marksizmi... Neden
marksizmi deforme ettiklerini düşünüyoruz? Çünkü parlamentonun olumsuzluklarını
vurgulayan ancak belli koşullarda parlamento seçimlerine girilmesinin marksizme
uygun olduğunu ygun örneklerle izah eden bir yazını, PARLAMENTOYA GİRME YANLISI
diye nitelemek için, HER KOŞULDA PARLAMENTO SEÇİMLERİNİ REDDEDİYOR olmak
gerekir. Bu da Marksizmin deformasyonudur. Çünkü Marksizm her koşulda
parlamento seçimlerini reddedenlerle yüz yıldan fazla zaman önce
hesaplaşmıştır. Bu “harika” devrimciler, aslında devrimci mevrimci değillermiş
demek ki, bunlar BOYKOTÇUymuş... Bu sebeple bu ana kadarki yanlış anlamamızı
bundan sonra düzeltip kendilerine “harika” boykotçular diyeceğiz. Çünkü bir
tarafta seçimciler/parlamentaristler diğer tarafta boykotçular varsa (bu ikisi
kimlik olarak tanımlanıyor burada) diğer tarafta da her iki taktiği de yerine,
zamanına ve kendi gücüne göre kullanan DEVRİMCİLER vardır. “Harika” boykotçular
harika ve burak, devrimcilere savaş açmıştır. Ne olursa olsun boykot
yapılmalıdır tavrını çürüttüğümüz için, kimlikleri zarar görmüştür. Bykotçu
kimliğini devrimci bir eleştiriye tabi tutmamızdan uykuları kaçmıştır. Ve
boykotçular devrimcilere karşı “kısa” bir deformasyon yazısı ile harekete
geçmiştir. Örgütsüz boykotçular harika ve burak, örgütlü devrimcilere karşı;
pek yakında sinemalarda...
“Düşünen, sorgulayan ve söylediklerinin ne anlam ifade
ettiğinin farkında olma yetisine sahip hiçbir insan, tüm bu çelişkileri ne
kendi içerisinde ne de bir yayın organında barındıramaz. Öncelikle her
parlamento “burjuva devlet ideolojisini taşımaz ve onu yeniden üretmek için
çaba göstermez.” Yoksa bu “devrimci” arkadaşlar sosyalist devletlerde nasıl bir
koordinasyonun olacağını tasavvur ediyorlar?Eğer parlamento dışında bir merkezi
koordinasyon biliyorlarsa, bize de anlatmalılar. Ancak o zaman belki Marksizm'e
katkı sağlayabilirler.”
Yukarda yaratılan yeldeğirmenini kendi
kendine yenen bu “harika” boykotçulara bakın siz... Öncelikle yazıdan yapılan
alıntıda sözü edilen parlamento zaten burjuva parlamentosudur ve her defasında
burjuva parlamentosu diye belirtilmemesinin nedeni, bunun her tür yazıda
kullanılan bir yöntem olarak zaten anlatılmış olanı tekrarlamamak amacıyladır.
Tabii okuyucuların belli bir zeka ve okumuşluk düzeyinde olduğu
varsayıldığından, “harika” boykotçuların fikir fakirliği öngörülememiştir. Bu
konuda hatalıyız kabul!
Diğer yandan parlamento bir merkezi
koordinasyon aracı değildir! Hem burjuva parlamentosundan bahsediyoruz hem de
genel olarak parlamentodan... Tarihin hiçbir döneminde parlamentolar merkezi
koordinasyon aracı olmamışlardır. Bu şimdiki çağda HÜKÜMET’tir. Başka çağlarda
Kral, rahip vs olmuştur. Parlamento veya asiller meclisi veya köle sahiplerinin
buluştuğu alanlar merkezi koordinasyonu değil egemenler arası HUKUĞU oluşturan
araçlar olmuşlardır. Sosyalist devletlerde ortaya çıkacak koordinasyon da
devlete ve hükümete dayalı olacaktır. Hukuk oluşturucu mekanizmalar olarak
Parlamentolar da var olabilir. Ama parlamentolar olmayabilir de... Neitekim
direniş komiteleri, fabrika komite ve konseyleri, mahalle meclisleri gibi daha
az merkezi HUKUK oluşturma araçları da olabilir. Bu durum tamamen devrimin o
ülke koşullarında alacağı şekle bağlı meselelerdir. Ancak sadece ve sadece
parlamento olacaktır gibi bir dogmatizmi ancak “harika” boykotçular
savunabilir. Diğer taraftan sosyalist bir devlette ortaya çıkacak olan parlamento
da burjuva devlet ideolojisini bağrında taşıyacaktır, tıpkı sosyalist bir
devletin de burjuva ideolojiyi bağrında taşıyacağı gibi. Anarşizmin zavallı
anlayış kıtlığı burada kendini göstermektedir. Arkadaşlar sanmaktadırlar ki
devrim sonrası toplum burjuva ideolojisinden bir kalemde arınmış olacaktoır.
Oysa Hem Lenin’de hem de marksizmi geliştirmiş tüm diğer yazarlarda eski
toplumun restorasyon dinamiklerinin en fazla yeni oluşacak devlet ve yeni
oluşacak parlamentoda saklı olduğu işlenmiştir. Yani sevgili “harika”
boykotçular hareket ileriye gitmek isteyen güçlerle geriye gitmek isteyen
güçlerin bileşkesidir. Yani, her ileriye giden olgu içinde geriey doğru çeken
bir dinamik barındırır. Kaldı ki eski toplumun izlerinin yeni toplumdan bir
kalemde silinmesini beklemek idealist bir anlayıştır.
Oysa komünizm hem parlamentonun, hem
devletin hem de demokrasinin ortadan kalktığı bir toplum olacaktır. Çünkü
demokrasi demek diktatörlük demektir. Bu ikisi bir bütünün iki parçasıdır.
Burjuva demkrasisi dediğiniz şeyin burjuvalar arası tam demokrasi emekçiler
üzerinde ise diktatörlük olması gibi. Proleterya diktatörlüğü dediğiniz şeyin
ise emekçiler arasında tam demokrasi burjuvalar üzerinde diktatörlük olması
gibi. Sınıflar oratadan kalktığı zaman DEMOKRASİYE de ihtiyaç kalmayacaktır.
Ama sizin bunu anlamanız çoook zor...
Kısacası günümüzde ve gelecekte ortaya
çıkan her parlamentoda urjuva ideolojiyi taşıyan ve onu yeniden üretmek için
çaba harcayan bir kanat vardır. Bu kanat söz konusu yazıda da belirtildiği gibi
günümüzde başat kanattır. Gelecekte ise başat kanat sosyalist ideoloji
olacaktır. Ancak bu burjuva ideolojisini taşıyan kanadın ortadan kalkacağı
anlamına gelmez.
“...dolayısıyla kapitalist toplumda parlamento azınlık
iktidarı olan burjuva diktatörlüğünün halkı aldatma ve üzerinde egemenlik
kurma, yeniden üretme aracıdır. (fakat bunun böyle oluşu egemen ideolojiye
tamamen zıt ideolojilerle donanmış siyasi odakların parlamento içerisinde-sını
rları aşmadığı sürece- bulunamayacağı anlamına gelmez.) parlamenter
demokrasinin vaadettiği özgürlük, Marks'ın altını çizdiği gibi, halkın belli
aralıklarla burjuva sınıfının hangi temsilcileri tarafından sömürüleceğini
seçme özgürlüğünden öte bir şey değildir.”
Sırf bu paragraf için bile ağız dolusu şeyler söylenebilir.
Ancak en vurucu kısımlara değinirsek; birincisi parlamentoya girmek isteyen
“devrimci arkadaşlar” acaba burjuvazinin neresini temsil etmektedirler?
Ağız dolusu neyler söyleyeceksiniz
“harika” boykotçular? Bizim bildiğimiz kitaplar veya sayfalar dolusu şeyler
söylenir, ağız dolusu ise küfür edilir... Deyimleri de mi kullanmayı
bilmezsiniz. Yoksa birisi söyledi siz de yazdınız mı?
Birincisi ortada parlamentoya girmek
isteyen birisi yoktur! Olmayan şeye karşı kavga edecekseniz siz bilirsiniz.
Bizler parlamentoya girmek istemiyoruz... Ne anlatmaya çalıştığımızı da hem
ilgili yazıda hem de bu mailde defalarca anlattık. Anlamamak artık sizin
kapasitenizle ilgili bir mesele haline gelmiştir.
“İkinci olarak sınırları kapitalizim tarafından, “burjuva
diktatörlüğünün halkı aldatma ve üzerinde egemenlik kurma, yeniden üretme”
olarak çizilen parlamentonun sınırlarını aşamayan “devrimciler” bu sınırlara
dahil olarak proleteryanın özgürleşmesine nasıl katkı sağlayabilirler ve
kendilerine nasıl “devrimci” diyebilirler?”
Bu
sorunun yanıtını da Lenin vermiştir. Bizim ayrıca yanıt vermemize gerek yoktur.
Biz devrimciler Lenin ile ayni fikirdeyiz. Siz eğer böylesi parlamentoları
reddediyorsanız ve boykotçu olarak kalmak istiyorsanız o da sizin bileceğiniz
iştir. Bizim muhattabımız halk kitleleri ve diğer devrimci odaklardır.
Boykotçular kendi boykotlarını yapadursunlar onlarla bir işimiz yoktur.
Yazar arkadaşın parentez içerisinde bizim koyu olarak
belirttiğimiz kısımda anlatmak istediklerini biraz açalım.:“Parlamento burjuvazinin
ideolojik aracıdır ” ve “bu araca ideolojik olarak tamamen zıt ideolojilerle
donanmış siyasi odaklar” diye bahsedilen proleteryanın ideolojik
arac(ları)ı'dır. Dolayısıyla bizim Marks'tan öğrendiğimiz diyalektik
materyalizme göre uzlaşmaz iki çelişki anca birisinin diğerini yok ederek
sentez oluşturmasıyla mümkündür aksi ise Mahir Çayan'ın Sadun AREN'e dediği oportünizm'dir.
Siz markstan hiçbirşey öğrenmediniz
“harika” boykotçular. Burada bir kez daha sorma ihtiyacı hissediyorum anarşist
harika nasıl oldu da birden bir marksist oldu. Acaba kendisine bundan sonra
dönek harika mı desek. Sonuçta marksimden burjuva ilişkiler alanına geçmek ne
kadar döneklikse, anarşizmden marksizme geçmek de anarşistler açısından
döneklik olmalıdır. Yoksa marks da anarşisttir de bizim mi haberimiz yoktur.Bu
konuda harika ile hangi temelde buluştuğu belli olmayan marksist burak her
halde daha çok şey bilir. Bu arkadaşların ortada olan zıtlıklarının sentezi
hangisinin ideolojisinin yok edilmesiaracılığı ile ortaya çıkmıştır acaba?
Yoksa ortada bir sentez değil salata misali bir karışım mı mardır? Yoksa her
iki arkadaş da ortada buluşmuş ve anarko-komünizmde karar mı kılmıştır?
Gelelim felsefi paragrafımıza...
Uzlaşmaz çelişkiler birbirini yok ederek sentez oluştururlar! Hımmm acaba öyle
mi? Yaşam ve ölüm iki izlaşmaz çelişkidir. Ama benim bedenimde bir senteze
varmıştırlar. İleri iten kuvvet ile geri çeken sürtünme kuvveti iki uzlaşmaz
çelişkidir ancak hareket içinde senteze ulaşmıştırlar. Hareketin her yasası
gibi bu iki çelişkidien birinin galip geldiği noktada yeni bir senteze varılır
elbet ve o anda da başka uzlaşmaz çelişkiler orataya çıkar, yeni bir hareket
başlar... Dolayısıyla uzlaşmaz çelişkiler bir süre mücadele ederler yan yana
bulundukları sürecin ilerlemesinin dinamikleri olurlar, sonra birinden biri
galip gelir ve yerlerini yeni çelişkilere bırakırlar. Bu durumdan uzlaşmaz
çelişkiler ASLA YAN YANA bulunmazlar mantığını çıkarmak ehr halde sizin
markstan değil aristodan öğrendiğiniz birşeydir. Mahir Çayan’ın ADUN AREN’e
dediği ise bambaşka bir tartışmanın bambaşka bir vargısıdır. Yukarda Lenin
vesilesi ile her alıntının koşullarını anlatmak gereğini ballandıra ballandıra
anlatanlar, kendi dediklerine kendileri uymamaya devam etmektedirler. Bu
durumda ise Mahir Çayan’ın Sadun Aren’e dediğinden değil, ARİF HOCANIN
DEDİĞİNDEN bahsetmek gerekecektir. Kıbrıs’ın koşullarını tahlil ettiğiniz zaman
ise ne dediğimizi anlamış olacaksınız.
“'genel oy' ile şekillenen seçimler egemen burjuvazi için
“toplumsal rıza”nın sağlanması işlevini yerine getirir. Parlamentoları n veya
başkanların “genel oy”a göre seçilmesinin temel dayanağı, onlara “halkın
rızasına dayalı” olarak yönetme/sömürme- ezme “izni” yaratılmasıdır.
Böylece oluşan burjuva parlamentosu görünürde toplumsal meşruiyet zeminine
yaslanarak egemen ideolojiyi -halkında rızasıyla- yeniden üretebilecektir. ..”
Günümüz dünyasında parlamentoyu sadece kapitalizmin kendisini
tekrar üretme aracı olarak görmek,var olan dünyayı ve verilen mücadeleleri
algılayamadan hayal dünyasında yaşamaktan öte bir şey değildir. Parlamentoda
halkın gerçek temsilcileri de kapitalizmin teşhirini yapmak üzere bulunabilir.
Bu konuda ispata ihtiyacı olanlar DTP'ye veya Sein Fein'ne bakmalıdır. Ancak
sadece bu pasaja bakarak parlamentoyu tanımlarsak, parlamentoya
“yönetme/sömürme- ezme” için girenlere ve egemen ideolojiyi örgütleyecek
olanlara kimler destek verir veya vermelidir? Bu sorunun cevabı her şey
olabilir, ancak sadece devrimciler olamaz. Devrimcilerin bu pasaja
bakarak,parlamentoy u komple rettetmeleri gerekmektedir.
Parlamentoda halkın gerçek temsilcileri
de bulunabilirmiş hem de bunun için sein Fein’e bakmamız lazım mış... Aynı
dergide bir sonraki sayfada yaptığımız nedir ey ukalalar tanrısı? Yoksa siz
dergiyi değil sadece kişisel dertlerinizi tatmin için Hasan’ın yazısını mı
okumakla yetindiniz? Üstelik işgal altında bulunan İrlandalıların bir
parlamentoya sahip olduğunu yazan yani kendilerinin tanımı ile bir sirkte görev
yapanları bize örnek olarak veren de bu aynı tanrı değil mi? Üstelik bunu
seçimlere girilebileceğini söyleyen bize söylüyorlar.Üstelik seçimlere
girilebilir dediğimiz için bizleri parlamentoya girme meraklısı olarak itham
ettikten sonra yapıyorlar. Bu da yetmezmiş gibi bu meili seçimlere girilebilir
dediğimiz için bizi saldırganlıkla suçlayan bir şahsın maili aracılığı ile
letiyorlar. Siz bu dediklerinizi önce aracınıza anlatın kutsal tanrılar. Biz
zaten aynisini söylemekteyiz.
Diğer yandan hayatta mutlak olgular
aradığınız sürece hiçbirşey bulamayacaksınız. Çünkü burjuvazinin kendini
yeniden üretme aracı olan parlamentonun devrimciler tarafından kullanılması
olgusunu asla anlayamayacaksınız. Çünkü siz birşey ya iyi olsun ya kötü olsun
istiyorsunuz. İyi olan kötü bir amaç için kullanıldığında, kötü olan iyilerin
elinde bir silaha dönüştüğünde apışıp kalıyorsunuz. Hayattaki renkerşiniz
siyahtan ve beyazdan ibaretken dogmatizmin, odun kafalılığın doruklarında
gezinip bir de kendinizi pek bir değerli teorisyenler sanırken, ne
öğrenebilirsiniz ki hayattan. Koca bir HİÇ!
Bunun en net örneğini ise
devamdakialıntıya verdikleri kendi yanıtlarında gösteriyorlar.
“Parlamentonun ve seçimlerin devlet ideolojisinin
hizmetindeki aygıtlar,araçlar olduğu gerçeği,devrimcilerin bu araçları
kullanamayacağı anlamına gelmez.Marksizm' in kurucuları Marks,Engels ve Lenin
konuya asla parlamento ve seçimlerin doğrudan reddi üzerinden yaklaşmadılar.”
Eğer Marks,Engels ve Lenin parlamento ve seçimleri yazarımızın
tanımladığı gibi tanımlamış olsalardı,en azından kendi tutarlılıkları adına
reddederlerdi. Aksine
sayın “harika“ boykotçular tam da yazarın tanımladığı gibi tanımlayarak hareket
eden marks-engels-lenin tam da yazarın anlattığı gerekçelerle parlamento
seçimlerini reddetmemişlerdir.
Yazının devamında da göstereceğimiz pasajlarında “kendini kurtarmakta
daha yetenekli bir duruma geldiği ölçüde proletarya ayrı bir parti teşkil eder
ve kapitalistlerin temsilcilerini değil,kendi temsilcilerini seçer”diye söyler
Engels.Öyleyse bu alıntıdan da anlaşılacağı gibi,proletaryanı n parlamentoda
temsili için kendisine ait bir partiye ihtiyacı vardır.
Hangi
parlamentoda, burjuva parlamentoda. Yani neymiş? Burjuva parlamentosuna
girilebilirmiş... Proleteryanın veya ülkemiz koşullarında emekçi sınıfların
ayrı bir parti teşkil etmesi meselesi ile ilgili konu aşağıda inceleniyor.
Ancak böyle bir parti olduğunu iddia eden partilerin varlığı da bir gerçek.
Örnek harika boykotçuların aracısı mr. aracının partisi. Bu durumda harika
boykotçularla bu arkadaşların konuşacakları kendi aralrındadır. Biz
karışmayalım.
“Ülkemizde devrimci bir partinin eksikliği açıkca
hissedilmektedir. Devrimci kadroların bıkmak bilmez bir sabır ile Marksizm'in
ışığı ile aydınlanacak devrimci bir hareketin ve oradan da partinin inşası için
çalışması kaçınılmazdır.”
Yazarımız,birbiriyle çelişen bu iki mantığı aynı yazı
içersinde birbiriyle sentezleyebilmiştir(?).Evet, Engels'ten yaptığımız
alıntıdan da anlaşılacağı gibi Marksizm'in kurucu unsurları parlamentoya ve
seçimlere karşı değildir.Hatta, bunları ölçme aracı olarak da gördüklerini her
fırsatta dile getirmişlerdir.Ama yazarımızın da bahsettiği üzere,ülkesinde
devrimci bir partinin eksikliğini hissedenler hangi strateji ve programla yani
hangi partiyle bu termometrede temsil edileceklerdir? !
Elbette
ki cevap basittir eksikliğinden bahsettiğimiz ve kurulmasını hedeflediğimiz
devrimci parti ile... ancak elinde termometresi olmayanın syun sıcaklığını
ölçmek için parmağını suya değdiremeyeceğini de söyleyemeyiz her halde.
Mutlakçılık ve dogamcılık her yerde!!! Birazcık pratik zeka kırıntısı bile yok!
Ah ne yazık!
“Marks parlamentoları içlerinde dönen pisliklerden dolayı
“domuz ağılına” benzetir. Fakat aynı zamanda Engels ile birlikte işçi sınıfının
kendi temsilcilerini oraya göndermesi gerktiğinide inatla savunurlar. İşte
Engels'in konuyla ilgili temel görüşlerini yansıttığı bir alıntı: “mülk sahibi
sınıf doğrudan doğruya, bütün yurttaşlara tanınan genel oy hakkı ile hüküm
sürer. Ezilen sınıf, yani gerçekte proletarya kendi kendini kurtarmak için
yeteri kadar olgunlaşmadıkça, çoğunlukla, var olan toplumsal rejimi mümkün tek
rejim olarak düşünecek ve siyasi bakımdan söylemek gerekirse, kapitalist
sınıfın kuyruğunu onun aşırı sol kanadını temsil edecektir. Kendini kurtarmakta
daha yetenekli bir duruma geldiği ölçüde proletarya ayrı bir parti teşkil eder
ve kapitalistlerin temsilcilerini değil kendi temsilcilerini seçer. Öyleyse,
genel oy hakkı, işçi sınıfının olgunluğunu ölçmeye sağlayan göstergedir. (...)
genel oy hakkı termometresinin, emekçiler için kaynama noktasını göstereceği
gün, onlarda kapitalistler gibi ne yapmaları gerekiyorsa onu yapacaklardır.
Kapitalistlerin ki bir azınlık diktatörlüğüyse (...) çoğunluğun diktatörlüğünü
kuracaklardır. Burjuva nasıl proletere iktidarı yasaklamışsa proleterde
burjuvaya iktidarı yasaklayacaktı r. (aktaran : Şaban İBA, Kavram sözlüğü,
II.cilt- Özgür üniversite yayınları).”
Yazar arkadaşımızın Engels'ten aldığı pasajda almadığı tek bir
cümle vardır,o da; “Bugünkü devlet içinde bundan daha çok hiçbir şey olamadı
ve hiçbir zaman da olamayacaktır; ama bu kadarı da yeter.” cümlesidir. Bu
cümleyi Şaban İBA'mı yoksa yazar arkadaşımız mı almadı bilmiyoruz ancak genel
oy hakkı ve seçimlerin sadece bir göstergeden ileri gidemeyeceğini savunan bu
cümlenin alıntıya girmemesinde büyük yanlış anlaşılmaların olacağını sanıyoruz.
Eğer bu cümleyi almaz isek, sanki seçimlerin parlamentoya girmek için
yapıldığını, bunun savunulduğunu anlarız, ancak Marks ve Engels parlamentoya
girmek için değil kaynama noktasının kontrolü için, seçimlerin kullanılması
gerektiğini söylemişlerdir. Bunlar da tek başına parlamentoya girilmemesi
gerektiği anlamını vermez.Ancak buradan asla “inatla parlamentoya girilmesi
gerektiğini” çıkartamayız. Yazar arkadaşımız bu alıntılardan hemen
sonrasında bu söylediklerimize bir cümle olarak değinmiştir. “... seçimlerin
işçi sınıfı ve partisi için sadece bir ölçek olduğunu ve devrimci mücadelenin
parlamento ile sınırlanamayacağını açık bir şekilde anlıyoruz.” diyerek
belli etmiştir. Ama yazının başında sanki parlamentoya girmeden devrimci
mücadele verilemeyecek gibi hatta bunu Marks ve Engels'ten dayanak noktası
bulmak için zorlaması, sonrasında yapılan bu günah çıkarma işlemini hiçe
saymaktadır.
Alıntıda
eksik varmış. AHHHH VAHHH kutsal markizmin kutsal kitabına zarar mı verilmiş.
Tanrıdan gelip de değiştirilmeye tek kitap gibi engelsten her alıntı
yaptığımızda bütün kitabı mı yazmamız gerekirmiş? Yoksa kutsallığına halel mi
gelirmiş.Bir cümlelik eksiklik tonlarca yanlı anlamaya neden olurmuş, ama hemn
sonrasında aynı cümlenin başka kelimelerle ve kendilerinin de tamam olduğunu
söylediği içeriği ile eklenmesi yetersizmiş. Neden aynişeyi söylüyor nadem? Yok
olmaz engels söylerse başka hasan söylerse başka çünkü...
Yazının
başı ve ortasındaki iki ayrı ağırlık merkezini ve bunların diyalektik olarak
dengeye gelmesi sürecini anlamayan “harika”larımız hala çelişki dedektörülüğü
yapıyorlar. DIIIIT. Bu bir çelişki değilmidir? Çok komiksiniz arkadaşlar...
“Hiçbir zaman Marks ve Engels parlamentoyu asli mücadele aracı
olarak savunmamışlardır. Dönemsel süreçlerde bunu savundukları olmuştur ancak
pasajın başında bahsedilen “inatla parlamentoya girilmesi gerektiğini” söyleyerek
bunu asli mücadele yöntemiymiş gibi yansıtmamışlardır. Hele hele yazının
başında parlamento için söylenen,dile gelmesi bir devrimci için gayet zor olan,
sözler sarfedildikten sonra nasıl olur da böylesi bir alan olduğunu
düşündüğümüz parlamentoya inatla girilmesi gerektiğini savunabiliriz? Bu bir
çelişki değil midir? Hem parlamentoya “...burjuva devlet ideolojisini taşır.
Onun en önemli görevi söz konusu ideolojinin yeniden ve yeniden üretimidir.”
diyeceğiz, hem de inatla girmeye çalışacağız. Böylesi bir mantık üzerinden
hareket etmek devrimci ruha, sosyalizme Marks'a ve Engels'e yapılabilecek en
büyük hakaretlerden biridir.”
Bu tam da marksizmn kendisidir harika
boykotçular. Size söz ilk fırsatta hızlandırılmış birkurs ayarlarız anlamakta
zorlanıyorsunuz madem...
“Devrimciler Parlamento Seçimlerine Katılmalı Mı? Bu
sorunun cevabı kısaca “evet”tir. Fakat bu cevap devrimcilerin parlamentoyu
nasıl ve niçin kullanacakları sorunsallarını çözmez.”
Arkadaşımız muhtemelen büyük bir kafa karşıklığı
içerisinde.Hal böyle olunca ortaya, okuyana tekrar tekrar başa dönerek, “acaba
yanlış mı anladım ben” dedirten bir yazı çıkmaktadır.
Cevap:
evet yanlış anladın! Ama zaten hayatta neyi doğru anladın ki? Ne de olsa yanlış
hayat doğru yaşanmaz. Bu sorunu çözmek istiyorsan pratiğinden başlayacaksın.
Çünkü kişinin toplumsal varoluşu onun bilincini belirliyor.
“Ama maalesef yanlış anlamadık,yazı lanlar böyle. Ortada büyük
bir aymazlık var sizin de fark edebileceğiniz gibi. Yazının başında da
değindik;parlamento lanetlenirken, parlamentoya girilmesine “evet” diyen bir
pasajdır bu. Öncelikle parlamento için yapılan tahlil yanlıştır, bu yüzden de
yazarın anlattığı gibi bir araca devrimcilerin girmesi imkansızdır.”
Yok
yok yanışanladınız :) Çünkü bütünü değil parçaları görmeye devam ediyorsunuz.
Üstelik yazarın anlattığı aracı tarifleyen de zaten engelstir, Lenindir. Ama
boşverin siz takmayın kafaya. Çekin biranızdan bir fırt daha. Okurken güzel
gider bir de çips alsa birisi, güzel olacak. Harika rica etse ordaki herhangi
biri alır merak etmeyin...
“Parlamentonun ne için kullanıldığını kendince ayrıntılı bir
şekilde anlatan arkadaşımız, sanırım parlamentoya girince parlamentonun bu
işlevini değiştirerek,parlamentoy u devrimcilerin kullanabileceği bir araca
dönüştürecek ki,”devrimciler parlamentoyu nasıl ve niçin kullanacaklar?”
sorusunu sorma gereği duyuyor.”
Sanırım derken? Burak ve Harika birden
bire bir kişi haline mi geliverdi? Zıtların birliği bütünleşmesini tamamladı
demek... O halde “harika” boykotçular tanımımızı da değiştirip “Harika”
boykotçu dememiz gerekecek... diğer yandan parlamentonun işlevi burjuva
koşullarda değiştirilemez. Ama birşey başka birşeyken de bizim amacımıza uygun
kullanılabilir... Bunu anlamak da senin
gibi bir harika boykotçunun anlayabileceği iş değil...
Peki, o zaman Lenin'in II. Enternasyonelde ekonomistlere karşı
açtığı yolu bu arkadaşımız bir Leninist olarak ret mi ediyor? Yoksa
parlamentoya bir iki devrimci sokarak parlamentonun sahip olduğu ideolojik araç
muhtevasını değiştireceğine inanarak kendisinin bir reformist olduğunu mu ilan
ediyor?
Yok
vallahi hiçbiri değil. Kızmayın hemen... anlatmıştık bunları.
;ama sizin için bir kez daha anlatamayız kusura bakmayın...
Kapitalizmde, hele hele işgal altında bir ülkede devrimciler
parlamentoyu nasıl ve ne için kullanabileceklerin i tartışırken yapılabilecek
tahlillerin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.
Öyle oluyor da, bu kadar saattir
tahlilden bahsedenler bizlere tahlil namına bir kırıntı bile sunamıyor.
Bunların yanında arkadaşımız nasıl ve niçin kullanılması
gerekiyor sorusunu, Lenin'den aldığı alıntıyla cevaplamaya çalışmış “... seçimler...sını
f bilinci olan proletaryanın siyasal dünya görüşünü, ilkelerini ve temel
isteklerini savunmak için özel bir fırsattır.” Ancak burada da
ve sonrasında kendisininde eklediği “Lenin açıkca seçimlere katılımın
devrimci propaganda ve ajitasyon için geniş bir alan, geniş bir araç olarak
değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizer.” gibi cümlelerle aslında
devrimcilerin parlamentoyu değil seçimleri bir propaganda, ajitasyon ve teşhir
aracı olarak görülmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Buradan da anlaşılacağı
üzere tüm bu alanların değerlendirilmesi parlamentoya girmek için değil,sadece
teşhirin yapılabilmesi için seçimlerin değerlendirilmesine işaret etmektedir.
Hah
şunu bileydiniz... E peki bunu bize neden anlatırsınız ki, yoksa siz aslında
yazının içeriğini anlamayan Murat Kanatlı’ya açıklamak amacıyla bir yazı
yazdınız da zavallı murat bunu anlamadı bize mi gönderdi?
Sonrasında Lenin'in “Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı”
eserinden aldığı uzun bir alıntıyla parlamentonun mutevazi bir araç olduğunu
anlatmaya çalışmıştır.Biz bu alıntıyı buraya almayacağız ancak
özetle;parlamentonun ve seçimlerin nasıl bir araç olarak algılanması
gerektiğine değineceğiz.Lenin boykotun iyi bir silah olabileceğine vurgu
yaparak Bolşevik deneyiminde Duma'ya girip,Duma'nı n dağıtılması için,Duma
içerisindeki devrimci muhalefetin, Duma'nın dağıtılmasında önemli bir rol
oynayabileceğini veya Duma dağıtılmasa bile devrimci kitle partisinin
yığınların eğitilmesinde önemli bir araç olduğunu vurgulayarak Duma'ya
girilmesi gerektiğini savunmuştur.
Lenin2in
boykotun bir silah olarak savunduğu koşullarla leninin dumaya girilmesi
gerektiğini savunduğu koşullar bambaşkadır. Lenin bunu sizin cümlenizdeki gibi
boykotun iyi bir silah olduğunu anlatarak yapmamıştır.aksine boykotun iyi bir
silah olduğu koşullarla dumaya girmenin iyi bir silah olduğu koşulların
farklılığını vurgulayarak yapmıştır. Öyle bir yazdınız ki sanki de lenin boykot
aracılığı ile dumaya girmeyi hedeflemiştir. Bu bilet almadan büyük ikramiyeyi
beklemek gibi birşey olurdu... ama evet Lenin’in dumaya girilmesi gerektiğini savunduğu
koşullar olmuştur. Hem de domuz ağılı olan, burjuvazinin kullandığı bir araç
olan, anayasal yanılsamalara hizmet eden dumaya. Ne tutarsız adammış bu lenin.
Değil mi ya?
Hatta,Bolşeviklerin en gerici dönemlerde dahi seçimlere
katılmak için çaba harcadığını Avrupa sol komünistlerine bir cevap olarak
yazmıştır.Ancak tüm bunlar unutulmamalıdı r ki,parlamentonun “tarihsel olarak
zamanını doldurmuş” olduğunu savunanlara cevap vermiştir.
Bolşevikler
en gerici koşullarda bile seçimlere katılıyorlarsa demek ki seçimlere kattılıp
katılmamak koşulların gericiliği ile ilintilendirilebilecek birşey değil. En
gerici koşullardan biri de işgal koşulları olabilir mesela... demek ki
seçimlere katılıp katılmamak paralmentonun domuz ağılı veya sirk olup
olmamasına, koşulların burjuva demokrasisi koşullarından uzak olmasına bağlı
değil, devrimci öznenin devrimci durum tahlilleri ile ilgili bir meseledir.
Bunu da her halde bize değil, murat arkadaşa yazdınız.
Aslında bu denklemi parlamentoyu sadece burjuva ideolojisinin
aracı olarak görenler için de vurgulayabiliriz. Unutulmamalı dır ki,hiçbir araç
vazgeçilmez değilir.Doğru bir strateji belirlendiğinde,geçmişte kendisini doğru
gibi var eden taktiksel araçların terkedilmesine sebep olabilir.Bu, parlamento
da dahil olmak üzere herhangi bir ideolojik aygıtın boykotu şeklinde kendisini
varedebilir. Mesela,Latin Amerika'daki gerilla mücadeleleri bunun
kanıtıdır.Yani, doğru bir strateji ve doğru tahliller mücadeleyi zafere
götürecektir.Lenin' in adı geçen eserde bahsettiği; yığınların eğitimi ve doğru
bir şekilde yönlendirilmesidir. Evet parlamentoya girmek ve parlamentoya
girmemek devrimciler için “mütevazi” bir araçtır.Burada önemli olan,tüm bu
araçların hangi koşullar altında ve nasıl kullanıldığıdır.
Güzel
güzel devam et. Belki murat birşeyler öğrenir... Bir araç başka bir araç ile yer
değiştirebilirmiş. Mesela parlamento seçimlerine katılmak ile gerilla
mücadelesi gibi. Tabii şimdi gerilla mücadelesi verenlerin ana ekseninin boykot
olduğunu söylemiyoruz. Sadece parlamento seçimleri yerine gerilla mücadelesi
aracını koyduklarını söylüyoruz. Değil mi sayın marksologlar? Bu durumda da
meslea İrlandadakigibi alternatif parlamento, vietnamdaki gibi halk savaşı,
kübadaki gibi gerilla mücadelesi verilebilir... Bizde hangi araçile yer
değişmiştir acaba parlamento seçimlerine katılmak? O üstün tahlil yeteneğiniz
ile bunu da bir izah etseniz?
Sanki parlamentoya girmeyi mutlak propaganda ve yığınlara
ulaşma aracıymış gibi gösterip ve hemen ardında silahlı mücadeleye veya devrim
sürecinin başlayamayacağını söyleyerek taktiksel bir varlık olarak boykotu
reddetmek için elinden geleni yapan arkadaşımız reformizmin batağına
saplanmıştır.Ortada devrimci bir partinin olmadığını söyleyerek nasıl oluyor da
parlamento içerisinden propaganda yapmayı ve yığınlara ulaşmayı umuyor veya
nasıl oluyor da parlamento içerisinde muhalefet olup,parlamentoyu yıkacak
yığınları beklemeyi umut ediyor?!Arkadaşımızın,parlamentoya girmek için
Lenin'in sebebine benzer bir tane sebebi yoktur. Ama kalemi eline aldığında
kendisini Lenin gibi görerek,sanki Bolşevik Parti militanı gibi, yaşadığı
yerelin koşullarını göremeyecek kadar tepeden bakarak yazılar yazabilmektedir.
Gördün
mü ne halt ettik. Biz ettik siz etmeyin ey yüce tanrılar... yalnız bir
sorucuğumuz olacak bu taktiksel varlık olan boykot hangi stratejinin taktiğidir
ülkemizde? Hani sizülke koşullarını tahlil ettiniz ya ondan soruyoruz... Ortada
devrimci bir parti yoktur ama zaten bizim aday olarak parlamentoya
gösterdiğimiz birisi de yoktur. Bu sebeple altında sıraladığınız tüm sorular da
hükümsüzdür. Bizim yaptığımız tek şey parlamento seçimlerine bakışımızı
anlatarak olgunlaştırmak aktivist ve dostlarımızla paylaşmak ve devrimci
partinin oluşum sürecinde doğru ideolojini temelenmesini sağlamaktır. Davrimci
Parti oluştuğu zaman Lenin’in sebeplerine benzer sebeplerimiz de olacaktır. Siz
merak etmeyin...
“Her şeyden önce “boykot” ancak hızlı ve güçlü bir devrimci
yükseliş dönemlerinde doğru ve gerçekçi bir slogan haline gelebilir...”
“...Toparlayacak olursak “boykot” salt bir taktikten çok
toplumsal bir silahtır.Dolayı sıyla hangi koşulda olursa olsun “boykot” kararı
yanlıştır.Boykot ancak açık,kesin ve dolaysız bir slogan olmadan düşünülemez.Bu
da ancak kitlesel silahlı ayaklanma koşullarında olabilir.”
Bu cümleler,her şeyden önce , somut koşullarında kitlesel bir
ayaklanma yöntemi olmayan ama başarıya ulaşan gerilla hareketlerini reddedişin
ifadesidir.
Vah
garipleriiiim. Sona doğru iyice beyniniz sulandı sizin. Yani gerçekten de
uzunmuş yazı sizin kapasitenize göre... Şöyle izah edelim: Lenin’in partisinin
ortaya koyduğu devrim stratejisi “kitlesel silahlı ayaklanma” idi. Bundan
dolayı da lenin’in alıntısından sonra açıklama maksadı ile yazılan bu
cümlelerde Lenin’in ne dediği izah ediliyor. Daha sonra çeşitli devrim
strtejileri ortaya konuldu gerilla savaşı gibi. Gerçi szin gerilla savaşı
dediğiniz genel bir devrim stratejisinin taktik evresinden ibarettir. Ama
birşey değil... Şimdi lenin kitlesel silahlı ayaklanma derken devrim
koşullarından bahsettiğine göre yazının orasını çıkarıp, halk savaşı vb. devrim
stratejilerini de koyabilirsiniz. Önemli değil. Yani işin özü, devrim
koşularında parlamenter yanılsamalarla kitlelerin devrimcen uzaklaşmasını
engellmek amacıyla kullanılacak bir araç olarak boykot mu, yoksa devime giden
koşulları boykot yolu ile oluşturmak mı? Sorusunda saklı...
İster boykot,ister silahlı mücadele veya diğer taktiksel
yönelimler,devrime ivme kazandırıcı ve aynı zamanda yığınların katılımını
tetikleyen araçlar olarak planlanırlar. Hangi koşulda olursa olsun,yığınlarla
beslenmediği sürece ve aynı zamanda yığınları beslemediği sürece bütün bu
araçlar ölmeye mahkumdur.Bir kez daha karşımıza devrim için doğru bir
stratejinin çizilmesi ve dolayısıyla somut koşulların somut tahlili
çıkmaktadır.
Vallahi
doğru. E artık yaparsınız Kıbrıs somutunun tahlilini bir zahmet. Bir da devrim
stratejisi olmayan partilerin devrimciliğini de puanlandırırsınız değil?
İşgal altında olan bir ülkede boykotu yanlış bir karar olarak
nitelendirmek, içinde bulunduğu ortamın gerçekleriyle karşılaşmamış,adeta bir
kavanozda steril bir hayatta yaşayan kişi için mümkündür.
Dediniz
ve sanki da somut koşuların tahlilini yaptınız gibi davrandınız. Ama işgal
altında bir ülke dediğiniz tüm yeni sömürge ülkelerdir. Ve Örneğin Türkiye de
emperyalist güçlerin gizli işgali altındadır... Naber?
Parlamentosu göz boyamak adına ve sözde demokrasiyi uygulama
saikiyle kurulan bir ülkede parlamentoya girmek için bu kadar hevesli
olmak,hele hele toplumsal yığınlardan bu kadar uzakken bu heves devrimci bir
tutum olmaktan uzaktır.
Tüm
burjuva emperyalist ülkelerde parlamento göz boyamak amacıyla oluşturulmuştur.
Aksi örnek yoktur.
Son söz yerine:
Umarız bu yazı,devrimci bir hareket içerisindeki tüm kadrolara
iki kere düşünüp bir kere Marksizm'e katkı sağlayacak yazılar yazmasını
sağlar!Çünkü bu mücadele,içimizdeki tüm salvoları rahatlıkla savurabileceğimiz
ve adına “Marksizm” diyebileceğimiz bir mücadele değildir.Amacımız eleştiri
yapmak değil,deformasyonu engellemektir. Kimilerine göre ağır gelecek sözlerin
hepsi bu mücadelede ödenen bedellerin yanında çok hafif kalacaktır.
Siz
önce kendiniz bir devrimci harekete dahil olunuz,sonra kadro olunuz sonra da
başka devrimci hareketşerin kadrolarına akıl veriniz.. Lümpenlerden ve çürümüş
ilişkiler içinde debelenenlerden akıl alacak değiliz biz.
Unutulmam alıdır ki,kitaplar okuyarak çok iyi Marksolog
olunabilir ancak,Marksist olmak için tutarlı bir pratik şarttır!
Bak
şu konuşanlara sen... sizin bir günlük prtaiğinizi bize buran anlatmanız çoook
faydalı olacaktır...
Tutarlı partiğin oluşması için,Marksizm' i dolayısıyla
yaşadığımız toplumu çok iyi kavrayabilmemiz gerekmektedir. Yazar
arkadaşımız,yazının bütününü incelediğimizde var olan koşullar içerisinde hemen
hemen bütün yönelimleri lanetlemiş ve karşımıza görev olarak devrimci bir
hareketin içerisinden örülecek devrimci bir partiyi çıkarmıştır.Ancak bu görev
sırasınca da,parlamentoya nasıl ve ne için girileceği belli olmadan girmeyi
savunmuştur.
Yazarın
kimseyi lanetlediği yoktur. Devrimci hareket içinden devrimci parti çıkarılması
ile parlamentoya girecek yasal partinin oluşması da başka başka konulardır...
Bütün ithamlarınız temelsizidir. Zaten sizin ne söylediğiniz de ortada yoktur.
Çünkü ne ülke koşullarını tahlil ediyorsunuz ne de ne yapılmasına dair kendi
fikrinizi yazıyorsunuz.Üstelik prtaiğiniz yazdıklarınızdan çok daha kötü bir
konumdayken...
Bu yazı,temel olarak “Marksizm ve Parlamento” başlıklı yazının
çelişkileri üzerine yazılmıştır.Kıbrıs'taki seçimler ve parlamentonun yapısı
bizim öznel olarak aldığımız bir konu değildir.Bu konu üzerine mantıklı bir
yazı yazabilmek için öncelikle Kıbrıs'ın parlamentosunun ve halkının ayrıntılı
bir analizi yapılmalıdır.Yazar ise bu analizleri yapmadan,soyuttan somuta
inmeye çalışmış ancak yaptıkları somuta hiçbir şekilde katkı sağlamamış,aksine
var olan soyutun da olabildiğine içini boşaltmıştır.
Gören
da arkadaşlar tez konusu olarak kendilerine bu konuyu seçti zannedecek. Nedir o
akademk özentiler, ağdalı cümleler. Vazgeçin be çocuklar hade gidin birşeyler
için baba parasıynan...
Baraka,
ülkenin koşullarının tahlilini de bu koşullarda ne yapılması gerektiğini de
çeşitli vezilelerle yapmaktadır yapmıştır. Kimse kendi bilgisi,zliğini mazeret
olarak sunmasın.
Bu
ülkede yaşanan seçimler olgusu ile ilgili düzeyli bir tartışma başlatmak
istedik.ancak bu tavrımız ısrarla saldırı boyutunda algılanmaya çalışıldı. Bu
herkesin kendi bileceği iştir. Ama baraka durduğu yerde sapa sağlam
durmaktadır. Skolstik tartışmalara girmek isteyenlerin yolu açık olsun... Ama
doğru bildiğimizi söylemeye devam edeceğiz. Kimse de barakanın toplumsal
meşruluğu üzerinden yaratacğaı yapay hırlaşmalarla kendine prim yapmaya
çalışmasın.
Münür
Üslup
Üzerine bir not:
“Bir top için kavga eden iki çocuk ile el Salvador Kurtuluş mücadelesinin aynı
derecede ikiçatışma alanı olduğunu iddia eden birisi ile YETERİNCE DALGA
GEÇERSENİZ, olguların değerlendirilmesinde bazı kriterlere sadık kalınması
gerektiği konusunda sizinle hemfikir olacaktır.” Terry Eagleton, İdeoloji,
Ayrıntı Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder