“Reddediyoruz”
sloganı etrafında gerçekleşen eylemlilikler dizisi ve Koordinasyon Ofisi
kurulmasına karşı yürütülen mücadele, Kıbrıslı Türk siyasetinde son 15 yılda
yaşanan üçüncü büyük sarsılmayı temsil ediyor. Binlerce gencin (birçoğu
hayatında ilk kez olmak üzere) sokağa çıkması, müthiş bir dinamizm sergilemesi,
neşe ve kararlılıkla damgalanmış bir eylemlilik dizisi yürütmesi; geleneksel
siyasal özneler tarafından şaşkınlıkla karşılandı.
Nereden çıkmıştı bu
gençler, kimi temsil ediyorlardı, ne istiyorlardı, neden eylem yapıyorlardı,
nasıl bu kadar neşeli olabiliyorlardı?
Reddediyoruz
aktivistleri, önceleri bariz bir küçümseme ile karşılansalar da; her eylemden
sonra sokakları daha da fazla doldurmaları, yaydıkları neşe ve yaratıcılık
havası ile yeni yeni gençleri kendilerine çekmeleri, günlerce sokaklarda
yatarak kararlılıklarını göstermeleri, sosyal medyayı etkin bir şekilde
kullanmaları sonucunda dikkat çekmeyi başardılar.
Ama buna rağmen sol
ve sağ siyasal kamplarda yeterince anlaşılabildiklerini, geleneksel
kategorilerin içerisine yerleştirilip tarif edilebildiklerini ve
normalleştirilebildiklerini söylemek hala mümkün değil. Hangi kalıba
sokulsalar, sığmıyorlar; nasıl tarif edilirlerse edilsinler uymuyorlar…
Hem haziran ayına
hem de ülke gündemine damgasını vuran #reddediyoruz eylemleri, çok net ve basit
talepler yelpazesine rağmen, tüm siyasal özneler için gerçek bir muamma olarak
kalmaya devam ediyor.
Kim bu gençler, ne
istiyorlar?
***
UBP ve DP tarafından “Rumcu”, “AKEL güdümlü” olmakla tarif edildiler.
Buna göre “reddediyoruz aktivistleri, TC’ye ve onun temsil ettiği her şeye”
karşıydılar, ama “Rum’un yaptığı haksızlıklara” ses çıkarmıyorlardı!
Bu yaklaşım, UBP ve
DP’nin muhalif hareketlere yönelik klasik tanımıdır. Geçmişteki birçok durumda
da sağın bakış açısından duruma denk düşmüştür. Bu sebeple, UBP-DP ileri
gelenlerinin, yeni durumu eski ezber terminoloji ile yanıtlama ve kendi
tabanlarını konsolide etme girişimi anlaşılır olmakla birlikte, açıkça
başarısız olmuştur.
Bir kere,
reddediyoruz aktivistleri arasında sağ tabandan gelen birçok genç var. Üstelik
hareketin ne AKEL ile ne de Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki herhangi bir özne ile
uzaktan yakından hiçbir ilişkisi yok… Dahası, AKEL-EDON tarafından yayınlanan
dayanışma mesajının, reddediyoruz içerisindeki küçük bir kesim dışında hemen
hiç kimsede heyecan dahi yaratmadığını; tam aksine, “mücadelemize gölge
düşürmesin” tedirginliği yarattığını söylemek daha uygun olacaktır. Yani
“geleneksel” sağın karşısında, bugüne kadar tanımadığı yeni bir şey durmaktadır.
Eski ezberler, bu yeni şeyi tarif edememektedir…
***
Reddediyoruz’un
ortaya çıkması ile birlikte, benzer bir ezber vakası da CTP saflarında yaşandı.
İlk başta CTP yöneticileri, reddediyoruz olgusunu; radikal solun geçmişte de denediği başarısız
girişimlerin bir tekrarı olarak değerlendirdi; bu yüzden de kontrollü bir uzak durma
yaklaşımı geliştirdi…
Hızla kitleselleşen
ve siyaset ile derdi olmayan gençlik kesimleri için çekim merkezi haline gelen
bir dalganın varlığını görür görmez de; klasik araçlar devreye konuldu: Barış
çağrısı, umut ateşi, İnönü meydanı söylemi…
Oysa #reddediyoruz,
Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesi odaklı bir mücadele olmadığı gibi, “İnönü
Meydanı” gibi simgeler de bu bünyede hiçbir yankı uyandırmıyor. CTP açısından
en büyük hezimet ise “umut ateşi” sürecinde yaşandı. Eylem halindeki binlerce
genç, CTP tarafından yakılan ateşi açık bir bölücülük girişimi olarak algıladı
ve soğuk bir tavırla dışladı. Ateş sönüp, yakanlar da bariz bir geri adım
atıncaya kadar da CTP’ye örgüt olarak kendiliğinden bir mesafe konuldu…
Şimdi bu
beklenmedik şoktan sonra CTP yöneticileri; “bu harekete biz dahil kimse
müdahale etmesin” söylemi ile savunmaya çekilmiş durumdalar. CTP sempatizanı
gençlik ise çoktan diğer gençlerle birlikte zıplamaya başlamış bulunuyor…
***
En büyük şaşkınlığı
ise, tek bir merkezi olmayan “işgal karşıtları” arasında görmek mümkün…
Kendi “büyük”
mücadelelerinden çıkmayan her şeye yaptıkları gibi, ilk günlerde
#reddediyoruz’u görmezden gelen veya aşağılayan/alay eden bu kesim; daha sonra
coşku sarmalına katılarak bir anlığına kendini kaybetti. Şimdilerde “işgali de
reddediyor muyuz?” temalı sınav soruları hazırlıyorlar…
“Koordinasyon
Ofisi’ni reddetmek yetmez; dini bayramı, TC’den gelen parayı, askeri, nüfusu,
şunu, bunu da reddedin!” söylemlerini diline dolayan ve kendi büyük
“reddedişinin” sarhoşluğunda gençliğe trafik polisliği yapan bir kibir, eski
konumuna yavaştan yerleşmekte…
Oysa #reddediyoruz,
“kim daha çok reddeder” yarışmasına katılan gençler topluluğu değil. Aksine,
somut kültürel dinamiklerden beslenen, gerçek bir tepki hareketi… Geleneksel
radikallerin ahlaki çıtalarını da açıkça takmıyor… Kendini “sol”a ispatlama
gibi bir derdi olmadığı gibi; “sağ”a kanıtlama gibi bir derdi ise hiç yok…
Reddediyoruz,
sadece Koordinasyon Ofisi kurulmasını ve bu ofis aracılığı ile eğitim, spor ve
kültür alanında yabancı bir ülkenin kontrolü altına girmeyi reddediyor… Kendisi
olarak kalmak için direniyor…
***
Reddediyoruz’a
destek veren kitle; en az Kooridnasyon Ofisi anlaşmasına olduğu kadar, Kıbrıs
Cumhuriyeti veya AKEL’e yakınlaşma eğilimlerine karşı da alerjik! Bu nokta hem
UBP-DP’nin hem de “büyük işgal karşıtları koalisyonunun” ezberinin bozulduğu
yer…
Ve bu kitle hem
“sağcı”, hem “solcu”, hem de “ne sağcı ne de solcu” gençlerden oluşuyor. Bu
yüzden de “barış” gibi bir soyutlamadan değil, “Koordinasyon Ofisi’ni
durdurmak” gibi somut bir hedeften ilham alıyor… Bu nokta da CTP ile geleneksel
sağın ezberlerini bozuyor…
***
Geleneksel siyasal
yarılmamız olan “özgür bir gelecek için barış” ve “güvenli bir gelecek için
Anavatan” kamplarının ikisine de denk düşmeyen; üstelik “her işin başı içinde
işgal kelimesi geçen bir cümle kurmak” sekter nihilizmini de umursamayan bu
gençlik parlamasının geleceği ne olacak peki?
Hiçbir siyasal
proje ile eklemlenme imkanı yoksa, mücadelesini verdiği hedefe ulaştıktan veya
ulaşamadıktan sonra dağılıp gidecek mi?
Bu olasılıklardan
sadece biri, ama bir olasılık daha var, ki bu olasılık reddediyoruz kitlesinin
tamamını kendi etrafında hareket ettirebilme potansiyelini barındırıyor…
Eğitimin
zenginlerin bir ayrıcalığı olduğu, sağlığın parası olanlara verilen bir lüks
haline geldiği, barınma ve konut sorununun yakıcı bir hal aldığı, özel sektörde
zorunlu sendikalaşma talebinin bir imdat çığlığına döndüğü bir ülkede;
siyaseti bu eksende yürüten yeni bir hareket…
İşte bu gerçek bir
siyasal kırılma olur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder