1 Nisan 2010 Perşembe

Eğitim Haktır, Satılamaz


Mart ayı boyunca, Atatürk Öğretmen Akademisi öğrencileri tarafından yürütülen mücadelenin iyi anlaşılması gerekmektedir.
Bu mücadele, ne bir grup öğrencinin kendi şahsi menfaatlerinden ibaret bir mesele ne de sırf hükümet karşıtı olduğumuz için iş ola desteklenmesi gereken bir eylemlilik değildir. Bu mücadele, planlı, kamusal, eşit, ücretsiz ve bilimsel bir kamu hizmeti mücadelesinin önemli bir parçasıdır.

Sadece ülkemizde değil, dünyanın her yerinde; bir halkın varoluşsal hakları olan eğitim, sağlık, ulaşım, barınma, enerji, sağlıklı bir çevre, iletişim vb. haklar sermayeye sırf kar amacıyla peşkeş çekilmektedir. Hiçbir parasal kar amacı güdülmeden, tamamen halk olmaktan kaynaklı bir hak olması gereken bu hizmetler, kamusal kurumlar tarafından halka sunulması gereken bir niteliğe sahiptirler. Ancak sermeye örgütleri sadece bu haklara değil, halkların içtiği suya dahi kar edilecek bir nesne muamelesi yapmakta, neo-liberalizm de en basit tanımıyla bu kar merkezli bakışın ismi olmaktadır.
Kamu Emekçisi, halkın sağlığa, ulaşıma, barınmaya varoluşsal bir hak olarak ücretsiz, kaliteli ve kamusal olarak denetlenebilir şekilde ulaşmasını nasıl savunuyorsa, eğitime de bu şekilde ulaşmasını savunmaktadır. Ülkemizde yukarda saydığımız bu temel hakların neredeyse tümü sermeye tarafından parça parça geriletilmektedir. Kamusal bir ulaşım sistemi yoktur, kamu kuruluşları anayasal zorunluluğuna rağmen halkın barınma hakkını sağlama görevinden kaçmaktadır, iletişim hakkımız Telefon Dairesi’ni özelleştirmeye yönelik politikalarla parça parça elimizden alınmaktadır vb. Kamusal eğitim de yıpratılmış, özel sağlık kuruluşlarına yapılan sonsuz yardımların bir benzeri ile özel eğitim kuruluşları semirtilmiştir. Bugün halkın müdahalesi ile şekillendirilmeye müsait devlet okulları atıl ve ilgisiz bir durumdayken, özel kişilerin şahsi malı konumundaki “okullar” her geçen gün aldıkları devlet katkı ve hibeleri ile büyümektedir.
İşte AÖA’da yaşananlar tüm bu büyük resmin bir parçası olarak görülmelidir. Nasıl telefonda, ulaşımda, sağlıkta, barınmada,eğitimde bir ticarileşme ve sermeye egemenliği kurulması süreci yaşanıyorsa, ÖĞRETMEN YETİŞTİRMEDE DE AYNİ SÜREÇ YAŞANMAKTADIR.
Ülkemizde kamusal olarak öğretmen yetiştiren tek kurum olan AÖA, bugün YDÜ yarın ise başka özel üniversitelerin sürece katılması yolu ile yok edilmek, öğretmen yetiştirme uygulamasının kendisi devletin yaptığı bir iş olmaktan çıkarılıp piyasaya devredilmek istenmektedir. Geçmişte Öğretmen Sınav Tüzüğü aracılığı ve YdÜ Okul Öncesi Bölümü’nün cesaretlendirilmesi ile CTP tarafından başlatılan süreç, bugün UBP tarafından ilerletilmektedir. Kamu emekçileri olarak; Öğretmen Sınav Tüzüğü, Sosyal Güvenlik Yasası, Göç Yasası ve bugün YDÜ’ye verilen iznin bir bütün arzettiğini görmemiz gerekmektedir.
Yaşananlar planlı, kamusal, eşit, parasız ve bilimsel bir öğretmen yetiştirme politikasının terkedilerek; piyasaya tabi, kara dayalı, özel çıkarların hizmetinde ve paranın sözünün geçtiği bir politikanın yerleştirilmesini hedeflemektedir. Bu süreçte AÖA’nın kalitesinin mi YDÜ’nün kalitesinin mi daha yüksek olduğu çok da önemli değildir. Önemli olan AÖA’nın kamusal bir kurum olması ve parayı değil halkın çıkarlarını ön plana alan bir yapıya sahip olmasıdır. AÖA gayet kaliteli bir okuldur ancak bu böyle olmasa dahi, kamunun kontrolünde olduğu sürece gerekli mekanizmalar aracılığı ile istenen noktaya getirilebilir. Ancak YDÜ dünyanın en kaliteli okulu dahi olsa temel amacı KAR ETMEK olan özel bir kurumdur.
Demek ki buradaki sorun halka ait ve halk için faaliyet gösteren bir kurumun yok edilmesine izin verilip verilmeyeceği sorunudur. Bu aynı zamanda AÖA öğrencilerinin yaklaşımına da cevabımız olacaktır. Onlar bize “müşteri değil öğrenciyiz, tüccar değil öğretmeniz” diyorlar. Biz onlara ne cevap vereceğiz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder